Bölümler

  • Duâ bir ubûdiyettir; ubûdiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o nevi duâ ve ibâdetin vakitleridir; o maksadlar, gàyeleri değil. Beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bâzı duâların evkàt-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; duâ ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticâ eder. Eğer duâ çok edildiği halde, beliyyeler def’ olunmazsa, denilmeyecek ki, "Duâ kabul olmadı." Belki denilecek ki, "Duânın vakti, kazâ olmadı." Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle, belâyı ref’ etse, nurun alâ nur, o vakit duâ vakti biter, kazâ olur.Demek duâ, bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhâr edip, duâ ile Ona ilticâ etmeli; Rubûbiyetine karışmamalı. Tedbîri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini ittiham etmemeli.

    Tüm dünyayı etkisi altına alan Corona virüs münasebetiyle herkesin evlerinde bilfiil ve sosyal medya aracılığı ile grublar halinde yana-yakıla belaların def edilmesi ve şifa niyetiyle edilen dualara iştirak etmek ve katkı sağlamak niyetiyle ; daha önce paylaştığımız ZAKİRİN-33- 1 - ŞİFA TERAPİSİ (Hastalar Risalesi-1) ve ŞİFA (Tahmidiye AR-TR ) DUALARI-1 programımızın  devamı olarak , Şifa Ayetlerini,Hadis-i şeriflerde zikredilen bir kısım şifa dua ve tavsiyelerini ve Ustad Bediuzzaman Hz nin yazdığı "musibetzede ve hastalara hakiki bir teselli , manevî bir reçete, ve nâfi’ bir merhem olabilecek yirmi beş devayı içeren 25.Lem'a(Hastalar Risalesi-2-3) ve (Tahmidiye 2-3 ) kısımlarını bu programda paylaşıyoruz.

    Üstad Hz  maddi ve manevi musibetlere ve hastaliklara karşı "Hazreti Ali (ra) Efendimizin ismi azam olarak kendine kabul ettiği Ferd, Adl, Hay, Kayyum, Hakem, Kuddüs  altı esmasını, 19 ukdeden oluşan ve bu isimleri şefaatçi  ederek duâ ettiği çok tesirli, küllî bir duâ TAHMİDİYYE  duâsının pek çok maddî ve manevî olan hastalıklara şifa olduğu belirtilmiştir. 

    Arzu edenler 33. Programımızı dinleyebileceği gibi, bela ve musibetlere karşı daha önce okunan ZAKİRİN-42-BELA ve MUSİBETLERE Karşı Okunacak; Kenz-ül Arş, İmam-ı Azam Ebu Hanife Hz. nin Şifreli Kur'an ayetleri, Hz Geylani (KS) Nasr-Yardım , Tevhidname Dualarıni da dinleyebilir. Bu programdaki duaların fazileti hakkında;

    Kenzül Arş Duası; Hz. Ali r.a tarafından düzenlendiği, ehlibeyt ve sahabeler tarafından  rivayet edildiği bilinen ,asıl sûreti Kur’ân’dan ve hadislerden alınan  muazzam hikmetleri sırları ve faziletleri olan bir duadır. Kim ki "Fâtiha’yı, İhlas Süresi’ni, Kâfirun ve Felak ve Nâs Suresi’ni üç kere okuyup sonra da bu duayı okursa Allah onu karşılaştığı bütün varlıkların şerrinden korur ve her türlü hastalıktan, her zalimin şerrinden onu emin kılar ve bütün isteklerini verir" denilen bu duâ metnini bu günlerde  Allah’ın merhametine ve şefkatine sığınmak için okuyabiliriz, dinleyebiliriz.

    KUR’ÂN‐I KERİM’DEN 15 AYET
    İmam‐ı Âzam Ebû Hanîfe radiyallâhü anhın Kur’ân‐ı Kerim’den seçtiği onbeş ayet hakkında denilmiştirki; her kim bu ayetleri yazıp taşırsa
    evine, bineğine asarsa, okursa , inşaallah dinlerse paylasirsa bütün zararlı  şeylerden emin olur.

    Ayrıca yabancı dostlarımız için Hastalar risalesinin İngilizce çevirisi ve şifa duaları ve müzükal enstrümanlarla hazırlanan ZAKIRIN-SUFI- 34 - 1- HEALING THERAPY and PRAYERS for GOD and Best Spiritual Songs... programını dostlarımız için paylaşabiliirz

  • Allah Teâlâ’nın Kur’an’da kadınları muhatap aldığı birçok ayet vardır. Allah Teâlâ tarafından övülen kadınlardan biri olan “Firavun’un karısı”Müzahim kızı Asiye dir.Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurdu; “Erkeklerden kemale ulaşanlar yaninda Kadınlardan kemale ulaşanlar ise Firavun’un karsı Asiye, İmran kızı Meryem ve Huveylid kızı Hatice’dir.”Hz. İsa gibi büyük bir peygamber “Meryem oğlu İsa” olarak anılmış, Nisa (kadınlar) Suresi ve Meryem Suresi adıyla müstakil sureler yer almış, kadınlar üzerinden bütün insanlara örnekler verilmiştir.

    Kadınlar, birer şefkat âbidesidir. Başta çocuklarına karşı sergiledikleri şefkat, aynı zamanda Nur mesleğininin de bir esasıdır. “Acz”, “fakr”, “şevk” ve “şükür”den sonra, “tefekkür” tedebbür, teemmül ve bir de “şefkat”. Bunlar, adeta imanın altı rüknü gibi, imana ve Kur’an’a hizmet mesleğinin altı rüknüdür; şefkat de onlardan bir rükündür.

    Kadınlar, şefkat kahramanlarıdır. Şefkat, Cenâb-ı Hakk’ın Rahmâniyet ve Rahîmiyet’ine mazhariyetin ifadesidir. Bu da dünya ve ukbâda, Cenâb-ı Hakk’ın, bütün mahlukâtı re’feti ile, utûfeti ile -kucaklama tabiri caiz ise- kucaklaması, himaye etmesi, sıyânete alması demektir. Evvelâ onlar, böyle bir mazhariyetlerini, yüksek mazhariyetlerini sergilemiş oluyorlar.
    Başkalarına karşı şefkatli olmak çok önemlidir. Kimde olursa olsun, şefkat mühimdir; fakat tâife-i nisâda, bu, müzâaf, hatta mük’ab şekilde vardır. Kadınlar, başta çocuklarında bunu gösterirler; dünya kadar meşakkate   hayatlarının sonuna kadar katlanirlar
    Şimdi bu dönemde, kadınlar öncelikle kendi evlatlarına, kendi yakınlarına yönelik o şefkat hislerini, şefkat potansiyellerini bu defa -bir yönüyle- diğer kardeşlerine, mü’min kardeşlerine kullanma için âdetâ yarışıyorlar.
    Kur’an’ın temel disiplinleri ile, düsturları ile onlar da mücâhede ediyorlar.. nefislerine karşı mücâhede ediyorlar.. din-i mübîn-i İslam’ı neşretme adına mücâhede ediyorlar… Bir araya geliyorlar  sohbet-i Cânân ile vakit geçiriyorlar, imanlarını yeniliyorlar.

    Eşinden/çocuklarından koparılan, hapse atılan veya ıssız bir yerde aile birleşimi bekleyen ya da kendisi nispeten emniyette olsa da bütün elemleri gözyaşlarıyla paylaşıp muavenet-yardimlasma amaçlı vesilelerle imdada koşmaya çalışan günümüzün mazlum ve mağdur kadınları, Hazreti Hatice, Âişe ve Hâcer gibi validelerimizin temsilcileridirler; Allah onları da zayi etmeyecektir; onların katlandıkları mağduriyetlerin ve yaptıkları iyiliklerin de hiçbiri boşa gitmeyecektir inşaalah.

    Kadın evliyâ`nın büyüklerinden Râbia-i Adviyye Tâbiînden ve hanım evliyanın büyüklerindendir. 714-796 yıllarında Basra’da yaşadı.Hazret-i Râbia, çok oruç tutardı. kıldığı her namazı; “Bu benim son namazımdır” diye huşû ile kılar! hep Allahü teâlâyi zikirle ve tefekküre ibadetle  ile meşgul olurdu.
    Hz Râbia'nın   kıymetli sözlerinden bazıları:
    “İşlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin.”
    “Sabır insan olsaydı, çok kerîm olurdu.!
    “Marifetin (Allahü teâlâyı tanımanın) alâmeti, her an O’nu hatırlamaktır.”
    “Kul Allahü teâlânın sevgisini tattığı zaman, Allahü teâlâ o kulunun kusurlarını kendisine gösterir. Böylece o, başkalarının kusurlarını göremez olur. “
    “Bir kimse; “Yâ Rabbi! Benden râzı ol dedi. “Bunu gören hazret-i Râbiâ;” Kendisinden râzı olmadığın (kaza ve kaderine rızâ göstermediğin) bir Zâtın ya’ni Allahü teâlânın, senden râzı olmasını istemeğe utanmıyor musun?” dedi.
    Çok defa şöyle derdi: “İstiğfâr etmekle kurtulduk sanıyoruz. Halbuki istiğfârımız da (kusurlu ve şartlarına uygun olmadığı için) bir başka istiğfâra muhtaçtır. “
    Allah’a ne cehennem korkusu ne de cennet sevgisiyle ibadette bulunurum. Eğer korkudan dolayı amel işlersem kendimi kötü bir ücretli sayarım. Ben O’na aşk ve şevkimden dolayı ibadet ederim” demiştir

    Bu programda Hz Rabia'nın meşhur seher duası ve Hanım Sahabilerin isimleri ile Dua ve Alvarlı Hz nin Nenni Muhammedim Kasidesini okunacak

  • Eksik bölüm mü var?

    Akışı yenilemek için buraya tıklayın.

  • ·"Ayetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” İsrâ Sûresi, 17:1.

    · Recep ayının 27. gecesinde idrak edilen Miraç Kandili Peygamber efendimiz Hz. Muhammed’in Mescid’i Aksa’dan semaya yükselerek yaptığı hikmet yüklü geceyi ifade ediyor.Hakikat-i Mirac; Zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) merâtib-i kemâlâtta seyr ü sülûkünden ibarettir..
      Cenab-ı Hak bütün kemâlât-ı insaniyeyi câmi’, hem bütün tecelliyât-ı İlâhiyeye mazhar, hem bütün tabakat-ı kâinata nazır ve saltanat-ı Rububiyetin dellâlı ve marziyât-ı İlâhiyenin mübelliği ve tılsım-ı kâinatın keşşafı yapmak için, burâka bindirip, berk gibi semâvâtı seyrettirip, kat’-ı merâtip ettirerek, kamervâri menzilden menzile, daireden daireye rububiyet-i İlâhiyeyi temâşâ ettirip, o dairelerin semâvâtında makamları bulunan ve ihvânı olan enbiyayı birer birer göstererek, tâ Kab-ı Kavseyn makamına çıkarmış, ehadiyet ile kelâmına ve rüyetine mazhar kılmıştır.
      Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, İsm-i Âzama mazhardır  ve nübüvveti umumîdir  ve bütün esmâya mazhardır.  Elbette, bütün devâir-i rububiyetle alâkadardır. Elbette o dairelerde makam sahibi olan enbiyalarla görüşmek ve umum tabakattan geçmek, hakikat-i Miracı iktiza ediyor.
    Zât-ı Kibriyânın saltanat-ı rububiyetini, haşmet-i hâkimiyetini müşahede ederek, o Zâtın marziyâtı ne olduğunu anlamak ve Onun saltanatına dellâl olmak için, .... daire-i âzamiyesinin ünvanı olan Arş-ı Âzamına girecek, tâ Kab-ı Kavseyne, yani imkân ve vücub ortasında Kab-ı Kavseyn ile işaret olunan makama girecek ve Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ile görüşecektir ki, şu seyr ü sülûk ise Miracın hakikatidir.
    Madem Cennette cisim ruh ile beraber gider. Elbette, Cennetü’l-Me’vâ gövdesi olan Sidretü’l-Müntehâya urûc eden1 zât-ı Ahmediye (a.s.m.) ile cesed-i mübarekini refakat ettirmesi ayn-ı hikmettir...

    · Miraç hakikatinin tüm insanlığa getirdiği hediyeler

    1.meyve; zât-ı Ahmediye (a.s.m.)Erkân-ı imaniyenin hakaikini gözle görüp, melâikeyi, Cenneti, âhireti,   yetmiş bin perde arkasında Zât-ı Zülcelâli gözle müşahede etmiş. Sultan-ı Ezel ve Ebedin marziyâtını, doğrudan doğruya, Mirac semeresi olarak, hakkalyakîn işitip, getirip beşere hediye etmiştir.
    2.hediye;Sâni-i Mevcudat ve Sahib-i Kâinat ve Rabbü’l-Âlemîn olan Hâkim-i Ezel ve Ebedin marziyât-ı Rabbâniyesi olan İslâmiyetin -başta namaz olarak- esasatını cin ve inse hediye getirmiştir
    ÜÇÜNCÜ MEYVE: Saadet-i ebediyenin definesini görüp, anahtarını alıp getirmiş, cin ve inse hediye etmiştir. Evet, Mirac vasıtasıyla ve kendi gözüyle Cenneti görmüş ve Rahmân-ı Zülcemâlin rahmetinin bâki cilvelerini müşahede etmiş ve saadet-i ebediyeyi kat’iyen, hakkalyakîn anlamış, saadet-i ebediyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmiştir
    DÖRDÜNCÜ MEYVE: Rüyet-i cemâlullah meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mü’mine dahi mümkün olduğunu müjde vermeiştir .
    BEŞİNCİ MEYVE:İnsanin, kâinatın kıymettar bir meyvesi ve Sâni-i Kâinatın nazdar sevgilisi olduğu,  şu dünya gayet kerîm bir Zâtın misafirhanesi, insanlar dahi Onun misafirleri, memurları, istikbal dahi Cennet gibi güzel, rahmet gibi şirin ve saadet-i ebediye gibi parlak olduğu Mirac ile anlaşılmış ve o meyveyi cin ve inse getirmiştir.

    · Bu programda Hz Ali'nin evladı kahramalıkta ilim irfan ve  ibadet-ü taatte zirvelerde olan Muhammed Hanefiyye Hz nin,Peygamberimize Mi'raçda istikbal ettiği arkasında cemaatle namaz kıldığı büyük peygamberlere atfen Peygamberimize yaptığı selatu slamlarını, Hz Ali RA torunu Zeynelabidin Hz nin yakarışlarını ve günümüzdeki belva-i umumi Corona viriüsü ve tüm belalara karşı tavsiye edilen duaları okuyacağız

  • Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân da لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ - لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ Tâ ki tefekkür edin.” Bakara Sûresi, 2:219; “Tâ ki tefekkür etsinler.” Nahl Sûresi, 16:44.  Ve
    اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِى اَنْفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللهُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَOnlar kendi üzerlerindeki İlâhî san’at mucizelerini hiç düşünmezler mi? Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri Allah, ancak hak ve hikmetle yaratmıştır....” Rum Sûresi, 30:8 لاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُون gibi âyetler ve "Tefekkür eden bir topluluk için deliller vardır."Yunus Sûresi, 24.
    ve  تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ  "Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır.” (Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn),hadis-i şerifi de ,  tefekküre azîm teşvikat  yapmaktadır.

    İnsan, bir saat sağlam tefekkür ederse, o insanda erkân-ı imaniye inkişaf eder ve Allah'la olan münasebeti bu tefekkürü yapmayanlara göre daha derince olur.Belli vird ve zikirler de, insanın tefekkürünü geliştirir. Zira bu vird ve zikirlerde yer alan cümleler, belli bir tefekkürün sonucunda ortaya konmuş ifadelerdir.
    Allah (celle celaluhu) pek çok yerde dikkatleri aklı kullanmaya ve tefekkür etmeye çektiğine göre, mü’minlerin de gerek âfâkî gerekse enfüsî tefekkürde derinleşmeleri gerekmektedir.
    Vakıa, zikri umumî mânâda ele aldığımızda, Kur’ân okumak, hadis-i şeriflerle meşgul olmak ve tevhidden bahsetmesi itibarıyla Kur an tefsirlerini imanı hakikatleri eserlerini müzakere ve mütalâa etmenin de bir zikrullah olduğunu söyleyebiliriz.

    Zikirle fikir yolu açılır, zikir size yeni düşünme ufukları açarsa, oradaki çok küçük esintilerle bile, sizin onca beyin cehdi ortaya koymanıza rağmen elde edemediğiniz şeylere mazhar olabiliriz... Bazen derin bir tefekkür, aşk derecesinde bir zikretme lüzumu doldurur insanın gönlüne. Kâinat kitabının birkaç sayfasını çevirip, mütalâa edince gönül coşar da Rabb’ini anmak, onun isimleriyle susuzluğunu gidermek ister. Fikir, elimizden tutup bizi ubûdiyete götürür. Böylece salih bir daire meydana gelir. Zikir, bizi fikirde yeni ufuklara ulaştırır; daha evvel dar aklımızla, kevnî veya tekvinî mantığımızla düşünüyorken, zikir sayesinde letâif-i Rabbâniyemiz devreye girer ve artık onlar da düşüncemize yardımcı olur. Daha farklı bir derinlikte tefekkür etmeye başlayabiliriz. 

    Bir “Lâ ilâhe illallah” derken,  o anda Allah Teâlâ’nın bütün isimlerini, bütün tecellîlerini bir anda duyabilelim, bir anda onlarla dolalım. Fakat maalesef, Cenâb-ı Hakk’ın bu kadar lütfu karşısında bizler hâlâ suretle uğraşıyoruz; şekle takılıp kalıyoruz. Onu anarken  onun büyüklüğüne, enginliğine göre anmak için kendimizi zorlamalıyız. Otuz sene kırk sene demeden, ısrarlı olmalıyız. Kendi darlığımızla değil, o tecellî-i ilâhîyi kendi enginliği içinde anlamalıyız.

    Fayda sağlayacak bir tefekkürün olabilmesi için insanın, öncesinde birtakım malumata sahip olması gerekir. Bunun için de bol bol kitap okuma ve kitap okuma müzakere "sohbet-i canan" meclislerine katılım çok önemlidir.

    Hz. Resulüllah (a.s.m) bir hadiste zikir hakkında şöyle buyurmuştur:"İnsanlar bir araya gelip Allah'ı andıkları zaman, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar ve Allah onları kendisine yakın olan kişilerden kaydeder."Bu hadis-i şerifte de açıkça belirtildiği gibi, Allah için toplanıp İlahi hakikatleri birbirlerine anlatanlar hem zikir ibadeti işlemiş ve hem de meleklerin duasına ve yanlarına gelmelerine vesile olmuş olurlar.
    Artık günümüzün yoğun hızlı yaşam temposu içerisinde  sosyal medya platformları üzerinden herkes istediği alanda ve konularda paylaşımlarda bulunabilmektedir
    Bizde Zakirin FM programizda Tefekkür ufkumuzu gelistirme kapsaminda Üstad Hz nin Kur andan ve munacaat-i Nebeviye olan Cevşen ül Kebir  den aldığım dersimi  ibadet-i Tefekküriye olarak Rabbi Rahimimin dergâhına arzediyorum dediği Hulasat-ul Hulasa'nı özeti  Üçüncü Sua Tefekkürnameden bir demet okuyacağız.

  • Üç ayların başlanıgıcı  Receb ayında sevablar kulların defterlerinin sevab hanelerine, bol bol dökülmesi dolayısıyla da Receb-ül esabb; Allah'ın rahmetinin cuşa gelip, ikram ü ihsanatının bol bol kullara geldiği ay denmiştir. Recep ayının ilk cuma gecesinde idrak edeceğimiz Reğâib Kandili,  beklenen Nebi’nin anne karnında olduğu bir sürece tevafuk eder. Belki de o sürecin ilk mühim merhalesinin kilometre taşıdır.  Âmine Hatun’un Peygamberimiz’e hamile olduğunu farkettiği, belirtileri yakaladığı gecedir. Bediüzzaman Hazretleri ise Reğâib gecesinin Zât-ı Ahmediye’nin terakki hayatının başlangıcının ünvanı olduğunu; Mi’rac gecesinin de Zât-ı Ahmediyenin terakki hayatının zirve noktasının ünvanı olduğunu bildirmektedir. Reğâib’in kudsiyetini vurgularken de, Hazret-i Risalet’in (sas) bir derece bir cihette âlem-i şehadete (ana rahminde dünyaya) Reğâib gecesi teşrif ettiklerini haber vermektedir. (Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.206, 207)

    Üç ayların başlangıcı,  rağbetlere açık inayetle tüllenen bir perşembe akşamı ‘merhaba’ der  Yaklaşan diğer Ulu günlere  duygularımızı ilk defa uyarıp coşturan ‘Reğaib’ bir ses ve enstrüman denemesi gibidir. Yirmi küsur gün sonra gelecek olan Miraç ise, tam hazırlanmış ve gerilime geçmiş ruhlar için âdeta, semâvî düşüncelerle, gök kapılarının gıcırtılarıyla ve uhrevîlik esintileriyle gelir. Beraât bu tembihlerle uyanmış ve tetikte bekleyen sînelere kurtuluş muştularıyla seslenir. Kadir Gecesi’ne gelince, bu kadirşinas insanları, tasavvurlar üstü ve ancak bin aylık bir cehd ile elde edilebilecek feyiz ve bereketle kucaklar ve onları afv u mağfiret meltemleriyle sarar.

    Recep ayının girmesiyle Rahmeti Sonsuz’a karşı duâ, niyaz, hamd u senâ ve tam bir teyakkuzla hazırlığa geçen ruhlar, ayın sonuna doğru ötelere uyanmış gibi tam bir temâşâ zevkine ererler.. ererler de hemen herkesin dili, edâsı, üslûbu değişir ve çehrelerini bir heybet, bir haşyet ve bir ümit sevinci bürür. Herkes daha ziyade kalp diliyle konuşmaya başlar.. beşerî sertlikler daha bir yumuşar.. ve bunlar arasında bir hayli insan, miraç yapacakmışçasına bütün dünyevî ağırlıklarını atar ve âdeta ruh hiffetine ulaşır. Derken Hakk’a yönelmiş bu insanların gönüllerinden taşan nûrâniyet ve sîmâlarındaki rengârenk incelik en katı kalpleri dahi yumuşatacak ve rikkate getirecek ölçülere ulaşır.

    Abdül-Kadir-i Gîlânî (k.s.) ( Günyetü't-tâlibîn adlı eserinde şöyle yazıyor:"Receb: tevbe; Şa'ban muhabbet; Ramazan da Hakk'a kurbiyet ve vuslat ayıdır.""Receb: Günahı, zulm ü cevri terketme; Şa'ban: Salih amel işleyip vefa gösterme; Ramazan ise Sıdk u safaya erme ayıdır."

    "Receb'de şevkle girişilen tevbe ve hasenât, kabule mazhar olur; Şa'ban'da işlenmiş eski seyyiat, afv ü mağfiret kılınır; Ramazan'da ise kula, ilâhi ihsan ve ikramlar bahşedilir."

    Bu hikmetlere binaen , baştacımız, göz nurumuz ve gönül sürûrumuz, sevgili Peygamberimiz, bu ÜÇ AYLAR hakkında:
    "Receb Allah'ın, Şa'ban benim, Ramazan da ümmetimin ayıdır." buyurmuş.

    Zünnûn-ı Mısrî rh. diyor ki: "Receb ekme, Şa'ban sulama ve tımar, ramazan ise hasad ve biçim ayıdır.""Sene bir ağaca benzetilse Receb, o ağacın yapraklanma; Şa'ban, çiçeklenip meyvalanma; Ramazan ise olgunlaşan mahsülün devşirilip toplama zamanıdır."

    Hulasa; Günahkâr, âsi, mücrim, gafil kulların, eğriyi bırakıp doğruya, batılı bırakıp hakk'a, kötüyü bırakıp iyiye, yönelmesi, yani Tevbe-i nasûh eylemesi için kacirilmayacak fırsat gunleridir 3 aylar ve bu mübarek gunler

    Biz ZAKİRİN olarak; daha önce dile getirdiğimiz Hz Peygamberimizin Torunu Şehid Hz Hüseyin RA yadigarı Seyyidler Ehli Bey altın halkasının ilklerinden Büyük Tabiin Imamı Zeynelabidin Hz nin Efendimuzin makami Medine den niyazda bulunduğu (Sahife-i Seccade ve Kulub-ud Daria da yer alan) dualarindan bir kısmını ve kapsamlı Salat-Selamları bu mübarek gün ve gece munasebetyle arzedecegiz.

  •  Bedîuzzamân (ra) Hazretleri eserlerinin muhtelif yerlerinde, “Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olacak pek çok tarîkat bulunduğunu”, “bütün hak tarîklerin Kur’ân’dan alındığını”belirtiyor. Dolayısıyla Kur an bütün zikirlerin kaynağıdır.

    1. Kur’ân’ın okunuşunda yüksek bir selâset vardır ki, lisanlara ağır gelmez.

    2. Büyük bir selâmet vardır ki, lâfzan ve mânen hatâdan sâlimdir.

    3. Âyetler arasında büyük bir tesanüt vardır ki, kârgir binalar gibi, âyetleri birbirine dayanarak bünye-i Kur’âniyeyi sarsılmaktan vikaye ediyor.

    4. Büyük bir tenâsüp, tecâvüp, teâvün vardır ki, âyetleri birbirine ecnebî olmadığı gibi, birbirinin vuzuhuna yardım, istizahına cevap veriyor.

    5. Parça parça, ayrı ayrı zamanlarda nâzil olduğu halde, şiddet-i tenâsüpten sanki bir defada nâzil olmuştur.

    6. Esbab-ı nüzul ayrı ayrı ve mütebâyin olduğu halde, şiddet-i tesânütten, sanki sebep birdir.

    7. Mükerrer, mütefavit suallere cevap olduğu halde şiddet-i imtizaç ve ittihaddan sanki sual birdir.

    8. Müteaddit, mütegayir hâdisâta beyan olduğu halde, kemâl-i intizamdan, sanki hâdise birdir ve bir hâdiseye cevaptır.

    9. “Tenezzülât-ı İlâhiye” ile tâbir edilen, muhatapların fehimlerine yakın ve münasip üslûplar üzerine nâzil olmuştur.

    10. Bütün zaman ve mekânlarda gelip geçen insanlara tevcih-i kelâm ettiği halde, suhulet-i beyandan dolayı sanki muhatap birdir.

    11. İrşadın gayelerine isal için tekrarları, tahkik ve takriri ifade eder. Maahaza, tekrarları halel vermez. İadesi, zevki izale etmez. Tekerrür ettikçe misk gibi kokar.

    12. Kur’ân kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifâdır. Gıdanın tekrarı, kuvveti arttırır. Tekrar etmekle daha melûf ve menus olduğundan lezzeti artar.

    Hülâsa: Kur’ân hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem şeriattır, hem sadırlara şifa, mü’minlere hüdâ ve rahmettir. (Mesnevi-i Nuriye)

    Kur'an küfre, şirke, imansızlığa, zulme ve vicdansızlığa karşı bir şifadır. Bu zaten açıkça ortada... Kur'ân'ın davetine uyanlar bu şifayı tadıyorlar, anlıyorlar ve yaşıyorlar. Çünkü Kur'an bu özelliğiyle insanlığın en büyük yaralarını tedavi ediyor

    Evet, selef-i sâlihîn arasında Kur’an-ı Kerim’i üç günde bir hatmedenler olmuş; lâakall (en azından) on beş günde bir hatmetmişler. “Otuz gün” diyen, ben görmedim. Fakat en azından otuz günde bir; yani, her gün bir cüz okumak suretiyle otuz günde bir hatim yapmalı, lâakall. Allah’ın Kelamı’nı, bu kadar zaman içinde tekrar etmeli, hatmi lâakall bir ay içine sığıştırmalı.
    Okurken de Bir sayfa Kur’an-ı Kerim okurken, bir sayfa da onun mealini okumak suretiyle Cenâb-ı Hakk’ın makâsıd-ı Sübhâniyesi nedir o Kur’an-ı Kerim’de? Bizden ne istiyor? Onları görme adına, onlara muttali olma adına hiç olmazsa o kadar bir cehd ortaya koymalı ve Kur’an-ı Kerim’le haşir neşir olmalıyız.
    Evet, Kur’ân’ı, Allah’ın (c.c.) Cebrail aleyhisselâma, Cebrail’in “İnsanlığın İftihar Tablosu”na veya “Efendiler Efendisi”nin sahabeye okuduğu gibi okumak gerek.
    Kur’an okuyanlar, Bediuzzamanın ifadeleriyle, kendilerine sevap kazandıranların yalnız insanlar olmadığını, Cenâb-ı Hakk’ın zîşuur mahlûklarının, ruhanîlerin ve meleklerin de dinleyiciler arasında bulunduğunu düşünmeli, yalnız ihlâsı ve rıza-yı İlâhîyi esas tutmalıdırlar ki telaffuz ettikleri mübarek kelimeler ihlâs ve niyet-i sadıka ile hayatlansın, canlansın, hadsiz zîşuurun kulaklarına gidip onları nurlandırsın. Yani, sevap yalnızca ağızdaki kelimeye münhasır değildir.
    Bu programımızda Kur'an hakkında Ariflerin beyanlarını hatırlattıktan sonra Çeşitli hastalıklara ve sıkintilara karşı Kur'andan şifa ayetlerini okuyacağız.

    Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’i okumayı, anlamayı ve mûcibince amel etmeyi cümlemize nasib eylesin. Kur’an’ın nurundan, irşadından ve şefaatinden bizleri mahrum eylemesin.

  • Hz. Muhammed’in (aleyhissalatu vesselâm) risaletine iman edip O'nun ile sohbet ile en üstün şeref kazanan   Sahabenin en küçüklerine bile arkadan gelen ümmetin “en kâmilleri olan evliyanın en büyükleri bile üstün gelemiyecekleri belirtilmiştir. Çünkü O'nlar en ağır şartlarda İslâmın tesisinde ve ahkâmının yeryüzüne neşrinde çalışmış­lardır.
    Sahâbelerin velayeti, velayet-i Kübra denilen, veraset-i nübüvvetten gelen, berzah tarikına uğramıyarak doğrudan doğruya zahirden hakikata geçip akrebi­yeti ilahiyenin inkişafına bakan bir velayettir.” Bu velayetin mümtaz vasfı “A’mal ve harekâtında Sünnet-i Seniyyeyi düşünüp ona tabi olmak ve taklid etmek ve muâmelat ve ef’alinde ahkam-ı şer’iyeyi düşü­nüp rehber ittihaz etmektir.” Sahabe I Kiram Kur’ân ve Sünnet’i çok iyi kavramış, makâsıd-ı İlâhiyeye vâkıf olmuş ve ömürlerini hep marzî-i ilâhîye müteveccih yaşamışlardır. Bu sebepledir ki Allah Resûlü, birçok hadis-i şeriflerinde sahabe-i kiramın mümtaz ve müstesna konumuna dikkat çekmiş ve kendi sünnetinin yanı sıra onların yoluna tâbi olunması gerektiğini de ifade etmiştir.
    "Sebep olan yapan gibidir” kaidesine bi­naen, sahabeler arkadan gelen bütün ümmetin hasenatından hisse aldıkları için onlar, se­vapta yetişilmesi imkânsız bir mertebe kazanmıştır.
    Ashab-ı Bedir; Hicretin 2. yılında Müslümanlarla Mekkeli müşrikler arasında Bedir bölgesinde yapılan Bedir Muharebesine katılan  313-333 Ashâb-ı Kirâma verilen unvandir .
    1. Bedir Savaşı'na katılanların cennetlik olduklarını bizzat Resulü Ekrem Efendimiz müjdelemişlerdir.
    2. Savaşın seyri sırasında kendilerine Allah tarafından gönderilen meleklerin de katıldığı Kur'ân'da bildirilmiş olup bu onlar için ayrıca bir fazilet sebebidir.
    3. Ehli kemâl bazı zevatın beyanına nazaran evliyâullahdan pek çoğu velilik makamına Bedir ehlinin mübarek isimlerini okumaya devam etmekle nail olmuşlardır.
    4. Birçok hastalığa tutulan kimsenin Bedir ehlinin mübarek ismini zikr ederek bu vesile ile şifa taleb edip lütfü ilâhiye mazhar olarak hastalık­larından kurtuldukları rivayet edilmektedir.
    5. Ehl-i ilim ve irfan "Duadan önce Bedir ashabının isimlerinin okunmasının duânin sür'atle kabulüne vesile olduğunu" söylemişlerdir.

    Cafer b. Abdullah şöyle diyor:"Babam bana Peygamber (asm)'in bütün ashabını sevmemi vasiyet eder ve şunu ilave ederdi:'Ey canım yavrum, Bedir ashabının adı zikr edilince duâ kabul olunur, bu mübarek isimleri zikreden kulu, ilâhi rahmet; bereket gufran ve rızâ-ı İlâhî kuşatır. Bu isimleri okuyarak hacetde bulunanın dileği mutlaka yerine getirilir...' "derdi.

    "Ehli Bedri üzerinde bulundurmak, oku­mak, hıfzetmek, düşman üzerine nusret,düşman­ların, münafıkların, zalimlerin şerrinden korunmak ve yangın , hırsız ve boğul­maktan sıyânet ,veba ,tâûn gibi her türlü  hastaliklardan ins ve cinnin mazaratlarını defetmek ve merâtibi dünyeviyyeye nail olmak için iksiri mücerreb olduğuna Meşihât-ı İslâmiyye haber vermislerdir

    Ey âlemlerin Rabbi Allahım! Sana sonsuz hamd ü sena, Efendimiz Hazreti Muhammed (sallallahü aleyhi vesellem)’e ve âl ü ashabına nihayetsiz salât ve selam ediyor, başta makam-ı ferdiyetin sahibi Ferd-i Ferîd Efendimiz olmak üzere Bedir gazvesine katılan, katılıp ilklerden olma mazhariyetiyle serfiraz bulunan ashabının mübarek isimlerini Rabbimizin yüce Esma-ul Hüsnasini ve Efendimize Salât-ü selam ve salavatlarla birlikte zikreden 18.yuzyilin Muceddid-i Mevlânâ Halid Bağdadi nin dualariyla huzurunda Sana yalvarıyoruz.

  • Hz Peygamberimizin torunu Hz Hüseyin'in yadigarı Seyyitler Altın HalkasındanSeyyidler zinciri On iki imamın dördüncüsü,Tabiinin büyüklerinden ,Seyyidü’s-sâcidîn, Seccâd, Zü’s-sefenât” (fazla secdeden dolayı dizleri nasır tutmuş) lakaplarıyla da tanınan, Resûl-i Ekrem’in ve Hz. Hüseyin’in neslini devam ettirdiği için “Âdem-i Âl-i abâ” ve “Ebü’l-eimme” diye zikredilen büyük takva sahibi ve ibadete düşkünlüğünden ötürü, ibadet edenlerin süsü manasına gelen "Zeynelabidin" lakabıyla meşhur olan HZ. İMAM ZEYNEL ABİDİN; Dedesi Hazreti Ali'nin, Medine'deki şahadetinden iki sene önce 38'de (M. 658) dünyaya gelmiştir.Zeynelâbidin'in hayatı derin hüzün içinde geçmiştir. Zira on üç yaşında iken Kerbelâ vak'ası ve onu takibeden fitneler zuhûr etmiş, Kerbelâ'da aziz Pederi şehid edilirken Emevî ordusu kumandanı Ömer b. Sa‘d tarafından kurtarıldı.  Medine’ye dönüp orada yerleşti.Ehl-i beyt’in başına gelen felâketler görerek zalim idarecilerin şerrinden korunmak için dinî-siyasî hiçbir hizbin içinde yer almadı.Hayatını daha çok ilim ve ibadetle geçiren Zeynelabidin, 713 - 94 hicri yılında Medine’de Hakk’ın rahmetine kavuştu ve Bâkî mezarlığında amcası Hazret-i Abbas'ın  yanına defnedildi.Şiîler onun Halife Hişâm b. Abdülmelik tarafından zehirlendiğini şehid edildiğini öne sürer.Dördü kız, on dört evlâdı olan Zeynelâbidin, vefat ettiği sırada geride, müminlere örnek olacak zühd ve takvâyla geçen bir hayat bırakmıştı. Hazret-i Zeynelâbidin on iki imamın dördüncüsu olup Beşinci imam ise Zeydiyye’nin kurucusu sayılan oğlu Muhammed Bâkır Zeyd bunlar arasındadır .Zühd ve takvâda ümmetin önde gelenlerinden olan Zeynelâbidîn büyük bir tâbiîn idi. Babası ve amcası dışında Hz. Âişe, İbn Abbas, Ebû Hüreyre, Câbir b. Abdullah, Abdullah b. Ömer ve Ümmü Seleme gibi sahâbîlerden hadis rivayet etmiş, tâbiînden Saîd b. Cübeyr, Seleme b. Dînâr gibi kişilerle ilmî sohbetlerde bulunmuştur. Öğrencileri arasında başta Zührî olmak üzere Süfyân b. Uyeyne, Nâfi‘, Mukātil b. Süleyman gibi kimseler zikredilmektedir. En önemli Eserleri.  eṣ-Ṣaḥîfetü’l-kâmiletü’s-Seccâdiyye. ve Risâletü’l-ḥuḳūḳ dur.Zeynelâbidin ve soyundan devam edegelen Ehl-i Beyt mensupları, Sünnet-i Seniyye’nin en önemli takipçileri ve devam ettiricileri oldular. Gerek Zeynelabidin, gerekse ondan önce ve sonra gelen Ehl-i Beyt silsilenin Risâle-i Nur hizmetinde ayrı ve özel bir yeri vardır.Bediüzzaman, "Üveysi bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Azam’dan (k.s.) ve Zeynelabidin (r.a.) ve Hasan, Hüseyin (r.a.) vasıtasıyla İmam-ı Aliden (r.a.) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir." (Emirdağ Lahikası, s. 61) demektedir.Zeynelabidin’in en büyük hizmetlerinden bir tanesi de Cevşenü’l-Kebir’in nakil vasıtalarından biri olmasıdır.İlim-irfan-evrad-u ezar yanında gece geç saatlerde sadece her şeyi görenin gördüğü inanç ve şuuruyla sırtında yiyecek çuvallarını taşıyarak fakirin, fukaranın evinin önüne hiç kimse görmeden bırakan Allah Rasulü’nün bu mübarek torunu için büyüğümüz onu anlatirken ‘Ben Zeynelabidin’i size sadece tanımanız için anlatmıyorum. Zeynelabidin gibi olmaya davet ediyorum’ demişti.Kulubu Daria da 20 sayfada 15 farklı buutlarda yer alan Sahife-i Seccadiye, İmam Zeynel Abidin’in (a.s) en içten dua ve münacatlarını barındıran bir dua mecmuasıdır ve o donemin – özellikle Medine’nin- maneviyatta zirve seviyesini yansıtan mükemmel bir ayna gibidir.14 asır önce Medine'den edilen bu duaların sanki Gunumuzde yaşanan zulümlere maruz kalan, yurtlarından yuvalarından tehcir edilen, herşeye rağmen sabırla metanetle Hakka teveccuhlerini daha da percinleyen, hayatını havf ve reca endeksli surduren, Hakkın hosnutluguna ulaşmak için sürekli değişik vesileler arayan İrfan ve marifet erleri ariflere zakirlere hitaben sanki onlar adına derinlemesine dua edilmis gibi olduğunu görebiliriz.Işte Biz bu 15 farklı müthiş uzun yakarislarin ancak bazi kisimlarini okumaya çalışacagiz.

  • Günlük koşuşturmalarımız, meşgalelerimiz arasında unuttuğumuz nice önemli şeylerden biririside Allah'ın Habibi olan  Hz. Muhammed'i anmakdir. Aslında ümmeti olarak her gün O'nu (sallallahu aleyhi ve sellem) anmak, dilimizi ve gönlümüzü Peygamberimiz'e selam ve salât göndererek renklendirmek, O'nunla irtibatımızı kurmak O'na karşı duyduğumuz vefanın bir gereği.
    hem bir edep hem de İslâmî bir gelenek, O'nun adı anıldığında salât göndermek ise vacib, namazda salât okumak Peygamberimiz'in sünnetidir
    'Salâvat' kelimesi 'salât'ın çoğulu olup, tebrik, dua, istiğfar, rahmet gibi anlamlar taşıyor. Resûlullah'a (aleyhissalatu vesselam) salât u selam getirmek ümmetinin sorumluluklarından biri.
    Peygamberimiz'e salavât getirilmesi  hakkında "Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber'e hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin."
    Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) de pek çok hadislerinde, dua ederken kendilerine salavât getirilmesini istemiş ve bunu duanın kabulü için bir vesile olarak zikretmişlerdir.
    Ulema "Duanın başında ve sonunda getirilen salavât, iki makbul dua olması itibarıyla orada yapılacak duanın kabul olması için önemli bir sebeptir." demişlerdir.
    Bizler Resûl-i Ekrem'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) salât ü selâm okumakla ahd ü peymânımızı yeniliyor ümmet olma isteği ile kendisine müracaat ediyoruz. Yani "Seni andık, seni düşündük; Hakk'ın senin kadrini yüceltmesi için dua ve dilekte bulunduk." diyor ve dehalet ediyor, arz-ı ihtiyaç ve arz-ı hâlde bulunuyoruz.
    Salâvat-ı Şerif okurken kalp ve dilin irtibatına dikkat etmek gerekiyor. Nitekim dudaklarımızdan dökülen her salât ve her selama Efendimiz'in karşılık vereceği düşüncesiyle söylenmesi,  kendimizi Ravza-i Tahire'nin, muvâcehenin önündeymiş gibi hissederek Hayalen o mübârek Merkâd'in önüne varınca, ümîd ve emel heyecanıyla çırpınıp duran yüzlerce âşık ruh arasında, bir-iki kadem ötede Seygili'yle buluşacakmış gibi bir his ve heyecanla  dilimizin döndüğü kadarıyla Ona salât u selam okumali. salât u selamın kabul edileceği hususunda şüphe yoktur.
    Cenâb-ı Hak, Şefaat-i Uzmâ sahibi Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şefaatine bizi mazhar eylesin.

    Deniliyor ki, her peygamberin kendi ümmetine verdiği bir şey vardır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: "Ben, ümmetime vereceğimi, ahirete sakladım. O da şefaatimdir."
    ZAKİRİN platformumuzda bir kısım sahabe, tabiin,İmam ve gavs hazretlerinin ,  birbirinden güzel salavât örneklerini okumustuk. Kulubudaria,  Delâilü'l-hayrât ve Delâilü'n-nur  eserlerine baktığımızda "Salât-ü Münciye"den "Mişşîşiye"ye, ondan "Tıbbu'l-kulûb" salât ü selâmına kadar en kapsamlı tazim ve dualarla Efendimiz'in anıldığını görürüz. Ve pek çok insan da bugüne dek salât ü selâmlarla alâkalı hem salât ü selâm derlemiş hem de salât ü selâmın faziletlerine dair pek çok eser ortaya koymuştur. 

    Bu programda, Kulubu Daria da yer alan haftalık-günlük salavatlardan P.tesi günü okunması tavsiye edilen Salavatları AR ve TR açıklamalarıyla , Efendimiz hakkında söylenen mükemmel beyanları, Naat-Kasideleri müzikal enstrümanlar ile beraber  okuyacagiz

  • Duâ bir ubûdiyettir; ubûdiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o nevi duâ ve ibâdetin vakitleridir; o maksadlar, gàyeleri değil. Meselâ, yağmur namazı ve duâsı bir ibâdettir. Yağmursuzluk, o ibâdetin vaktidir;  güneşin gurûbu, akşam namazının vaktidir; hem güneşin ve ayın tutulmaları, küsûf ve husûf namazları denilen iki ibâdet-i mahsusanın vakitleridir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bâzı duâların evkàt-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; duâ ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticâ eder. Eğer duâ çok edildiği halde, beliyyeler def’ olunmazsa, denilmeyecek ki, "Duâ kabul olmadı." Belki denilecek ki, "Duânın vakti, kazâ olmadı." Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle, belâyı ref’ etse, nurun alâ nur, o vakit duâ vakti biter, kazâ olur.Demek duâ, bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhâr edip, duâ ile Ona ilticâ etmeli; Rubûbiyetine karışmamalı. Tedbîri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini ittiham etmemeli.

    ZAKİRİN Programlarımızda başta Peygamberimiz(SAV),Hulefa-i Raşidin,Sahabe,Tabiin,Muhadremun,Üveysi,İmamlar,Gavsları ve Üstadlarımızın dularını okumaya,paylaşmaya çalışıyoruz.

    Başta güzel ülkemizin insanları olmak üzere bütün ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselam) her türlü musibetten kurtulup selâmete çıkması, maddî manevî sıkıntılardan sıyrılıp inşiraha kavuşması niyetiyle bu programda 4 büyük duayı paylaşacağız. 

    Kenzül Arş Duası

    Hz. Ali r.a tarafından düzenlendiği, ehlibeyt ve sahabeler tarafından onların aracılığı ile rivayet edildiği bilinen bir duadır. Kenzül Arş Duası asıl sûreti Kur’an-ı Kerim’den alınan muazzam hikmetleri sırları ve faziletleri olan bir duadır.Hazreti Ali kerremallahü vechehû buyuruyor ki:“ Ben bu duayı okuduğum vakit düşmanıma galebe çalardım. Kim ki Fâtiha’yı, İhlas Süresi’ni, Kâfirun ve Felak ve Nâs Suresi’ni üç kere okuyup sonra da bu duayı okursa Allah onu karşılaştığı bütün varlıkların şerrinden korur ve her türlü hastalıktan, her zalimin şerrinden onu emin kılar ve bütün isteklerini verir. Duânın başlangıç kısmı Allah’ın Erhamü’r-Râhimîn, Hannân, Mennan, Bedîü’s-Semâvâti ve’l-Arz, Zü’l-Celâli Ve’l-İkram isimlerine ve Allah’ın Kerîm zatını zikre tahsis edilmiş. Bu yüce isimlerin şefaatiyle özrümüzün kabulünü, ihtiyaçlarımızın giderilmesini, isteklerimizin verilmesini, günahlarımızın bağışlanmasını istiyoruz ve nitekim günahları Erhamü’r-Râhimîn olan Allah’tan başka hiç kimsenin bağışlayamayacağını dile getiriyoruz.Kur’ân’dan ve hadislerden alınan bu duâ metnini, sıkıntılı hallerimizde, günahlarımızdan af ve bağışlanma istediğimiz ve ihtiyaçlarımızın giderilmesini şiddetle arzuladığımız her an, Allah’ın merhametine ve şefkatine sığınmak için okuyabiliriz,dinleyebiliriz

    KUR’ÂN‐I KERİM’DEN 15 AYET
    İmam‐ı Âzam Ebû Hanîfe radiyallâhü anhın Kur’ân‐ı Kerim’den seçtiği onbeş ayet hakkında denilmiştirki; her kim bu ayetleri yazıp taşırsa
    evine, bineğine asarsa, okursa , inşaallah dinlerse paylasirsa bütün zararlı  şeylerden emin olur.

    Gavsu'l Azam, Sultanü’l Evliya, Kutbu’l Aktab,  Gavsü's Sakaleyn  Abdülkādir Geylânî Hazretlerinin Hizb-ün Nasr Duası

    Tevhidname ve Kabe İmamlarının okuduğu Hazin Dualar..

    Ya Rabbî! Dileklerimize icabet buyur, icabet buyur, icabet buyur ya Rabbî! Ey Nuh (aleyhisselam)’ın, kavmi hakkındaki duasına icabet eden, düşmanlarına karşı İbrahim (aleyhisselam)’a yardımda bulunan, Hazreti Yusuf’u babası Yakub Peygamber’e kavuşturan, Hazreti Eyyub’a dokunan zararı kaldıran, Zekeriya (aleyhisselam)’ın duasına kabul mührü vuran, Yunus ibn Metta (aleyhisselam)’ın tesbîhini makbul sayan Rabbim! Dualarına icabet ettiğin bu peygamberân-ı izam hürmetine bizim dualarımızı da kabul eyle.

  • İsm-i A'zam, Allah’ın bütün esmâ-i hüsnasının mânâsını içinde toplayan en kapsamlı isimdir.Kur’an’da; “Yüce Rabb’inin adını tesbih et” (Vâkı’a, 56/74, 96; Hâkka, 69/52;A’lâ, 87/1),“Azamet ve ikram sahibi Rabb’inin adı yücedir” (Rahmân, 55/78) buyurulmuş;
    Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bazı hadislerinde ism-i a`zamdan bahsedilmekte, bu isimle dua edildiği zaman, duanın mutlaka kabul edileceği müjdesi biliniyor iken, hangisinin ism-i azam olduğunu araştırmak çok önemli olsa gerek.
    Hangi ismin ism-i â'zam olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Bu ismin gizli bırakılmasının hikmeti, bütün isimlerin, ism-i â'zam olabileceği ihtimaliyle zikredilmelerini teşviktir. İsm-i a'zam, kişiden kişiye göre değiştiği gibi her ismin de azamî bir mertebesinin oldugu belirtilmistir.Evliyanın ism-i â'zamı farklı görmeleri, kendilerinin mazhar oldukları esmânın farklı oluşuyla izah edilir. Kur’an-ı Kerim’in yüzlerce ayetinin sonunda Cenâb-ı Hak, önce has ismini zikrediyor, sonra sıfatlarını nazara veriyor.

    Hadislerde de farklı isimler geçmektedir. a) Allah lafzı ve O’na işaret eden huve zamiri.  Çünkü Allah lafza-i celali bütün esma-i ilahiyeyi içinde barındıran en kapsamlı esmasıdır. b) Lâ ilâhe illâ hû ,el-Hayyü’l-Kayyûm (diri ve kayyûm) er-Rahmânve er-Rahîm.c)Hz. Aişe validemiz, “Hz. Peygamber beni dua ederken duydu ve, `ism-i a’zam, mutlaka dua ettiğin isimler arasındadır’ buyurdu” demiştir. Bu hadiste dört isim; Allah, Rahmân, Rahîm, ve Berr) geçmektedir ancak Hz. Aişe Allah’ın bütün isimlerinle atıfta bulunmuştur.
    d)"Ve ilahüküm ilahün vahid, la ilahe illa hüverrahmanürrahim" âyeti ile "Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum" âyeti,La ilâhe illâ Ente Sübhâneke İnnî Küntü minez-zalimîn (Enbiya/87) ile birlikte “Allah’ın ism-i a’zamı şu iki âyettedir” buyurulmuş ve Bakara/163  âyeti ile Âl-i İmrân sûresinin 2. ayeti zikredilmiş."O Allah’ki O’ndan başka ilah yoktur O’ ulu arşın Rabbidir. (Neml/26)
    d) Tirmizi’nin rivayetinde Allah’ın 5 ismi geçmektedir Bunlar; İlâh, el Mennân, (Bol nimet veren), Bedî’üs-semâvâti ve’l ard. (yerleri ve gökleri yaratan). Zül Celâl ve Zül İkrâm (Celâl ve İkram sahibi.), Lâ ilâhe illâ Ente (senden başka ilâh yoktur) , Bedî’u’s-semâvâti ve`l-ard, Zü’l-celâli ve’l-ikrâm, Allah, Ya Rabbi, ya Rabbi ve Ya LATİF esmasına işaretler vardır. e)İmam-ı Gazalî Hazretleri, Esma-yı İlâhiye’den “Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs” isimlerini İsm-i A’zam (en büyük isim) olarak kabul etmiş f)Said Nursi Hazretleri Hakim , Mevlana Hazretleri “Vedud” esmasına ism-i azam olarak mazhar bir veli olarak bilinir. g)Fettah esması ism-i azam sırrı taşır. Son Mehdi’de bu esma ism-i azam olarak açığa çıkar. Kutsi havarileri bile bu esma bereketiyle dünyanın dört bir yanına açılıp fetih bulurlar.

    Demek ki, sadece bir insanın bildiği, yalnız bir kitapta zikredilmiş, tek bir salih kul, cin veya meleğe bildirilmiş ya da nezd-i Uluhiyette mazhar-ı isti’sâr olmuş (kimseye bildirilmeyip ilm-i İlâhîye has kılınmış) isimler de vardır.Inananlar esma-yı hüsnadan kendine fıtratına kalbine bakan  esmayi keşfedebilir.Herbir Esmaul Hüsna icin ebcet tabloları hazirlanmis.(yakaran gönüller de de var) bu ebcet değerindeki  esmayı  mutad bu miktarlarda okumasiyla ihsanlara Mazhar olacağı yorumlanmış .Kul samimi olursa Allah bunu gönlüne ilham eder…

    Zât-ı Ulûhiyeti tanımanın, ancak Esmâ-i İlâhiye’yi bilmekle mümkün olacağını kabul etmeli. Bütün kalbiylzle esmanın-ism-i azamın  arkasına düşmeli. Bir gönül insanı olarak bu isimleri bilmeli ve zikretmeliyiz 

    Bu programda ayrıca İmam‐ı Âzam Ebû Hanîfe(RA)ın Kur’ân‐ı Kerim’den seçtiği  her kim bu ayetleri yazıp taşırsa
    evine, bineğine asarsa, okursa , (inşaallah dinlerse paylasirsa) bütün zararlı  şeylerden emin olur dediği onbeş ayeti ve Kulubud Daria da yer alan bazı Sahabelerin, Tabiinin ve Peygamberlerin -ismi azam taşıdığı inanılan-tesbihatını ve dualarını TR açıklamaları ile okuduk

  • Hanefi mezhebinden olanlara Allah in büyük ihsanı;Peygamber varisi Hanefî mezhebinin imamı, büyük müctehid,fakihlerin şerefi,âlimlerin izzeti Şehid İmam-ı Azam Ebu Hanife Nu‘mân (d.80 (699), ö. 150/767)  Kûfe’de doğdu.
    İslâm’da hukukî  ve ictihad anlayışının gelişmesinde önemli payı olup daha çok Ebû Hanîfe veya İmâm-ı Âzam diye şöhret bulmuştur.Ebû Hanîfe ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğudur. Kendisi de ilim öğrenmeye başlamadan önce kumaş tüccarlığı yapmıştır.Devrinin seçkin âlimlerinin pek çoğu ile görüşme ve onlardan ilmî yönden faydalanma imkânı bulan Ebû Hanîfe’nin asıl hocası,  Hammâd b. Ebû Süleyman’dır. Ebû Hanîfe, 102 (720) yılından itibaren hocasının vefatına kadar on sekiz yıl süreyle onun ders halkasına devam etmiş, en seçkin öğrencileri arasında yer almış,Ebû Hanîfe’nin ilmi, hocası Hammâd’ın aracılığıyla ders aldığı ulema sınır nin dayandığı  sahâbenin en âlimlerinden olan Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Mes‘ûd ve Abdullah b. Abbas gibi fakih sahâbîlerin görüş ve fetvalarını öğrenme imkânı bulmuştur.
    Çeşitli vesilelerle Mâlik b. Enes, Süfyân b. Uyeyne, İmam Zeyd b. Ali, Muhammed el-Bâkır, Abdullah b. Hasan b. Hasan, Ca‘fer es-Sâdık da dahil birçok âlimle görüşerek onlarla bilgi ve fikir alışverişinde bulunmuştur.
    100’e yakın tâbiîn âlimiyle görüştüğü ve birçok kimseden hadis dinlediği rivayet edilir. O, ikinci nesil olan Tabiîn kuşağından olmuş, böylece Rasûlullah’ın (s.a.s.) tarafından övülen mübarek üç kuşağın içine girmiş, bu müjdenin kapsamına dâhil olmuştur.Onun tâbiînin küçüklerinden, tebeu’t-tâbiînin büyüklerinden olduğu söylenmiştir.
    Ustad Bediuzzaman Hz. Eimme-i Erbaa-4 mezheb imamının , külli fazilet noktasindan Sahabeden ve Mehdîden sonra  tasavvuf büyüklerinden, gavs ve şahlardan, aktablardan daha efdal olduğunu belirtir.(Mektubat 271)

    Süfyan b. Uyeyne diyor ki; “Bizim yaşadığımız dönemde Mekke’ye Ebu Hanife’den daha fazla namaz kılan kimse gelmedi.”der.Kur’an-ı Kerim okurken ayetler ruhunda hafakanlar oluşturur, yüksek sesle ağlardı.

    Ebû Hanîfe derin fıkıh bilgisinin yanı sıra, inandığını ve doğru bildiğini söylemekten ve onun mücadelesini vermekten çekinmeyen güçlü bir ideal ve cesarete de sahipti. Hayatı bu yönüyle de mücadele içinde geçmiş, bu uğurda birçok sıkıntı ve mahrumiyete katlanmıştır.

    Ömrünün elli iki yılı Emevîler, on sekiz yılı Abbâsîler döneminde geçen Ebû Hanîfe, bu dönemlerde geçen bütün olaylara şahit oldu.(747-48) yılında Ebû Hanîfe’nin Ehl-i beyt’e karşı kalbî yakınlık ve bağlılık duyduğu ve Hz. Ali evlâdını sevdiği kesindir. Bu sebeple Emevîler de Son halife II. Mervân, hapsedilmiş ve dövülmüştür.Bilahere güç zehirlenmesi ile malul Abbasî yöneticileri de Emevilere benzer bir siyasete devam etmis Pek çok âlim ve âbide zulmetmiş,Abbasi Halifesu Mansûr, Ebû Hanîfe’nin kendisine bağlılığını da denemek amacıyla yeni kurulan Bağdat şehrinin  kadılığı teklifini kabul etmemiş, bunun sonucu olarak tekrar Bağdat’ta hapse atılmış, işkence edilmiş ve dövülmüştür.Sokaklarda milletin huzurunda kırbaçlandı; hakarete uğradı. Ders okutmasına, fetva vermesine engel olundu.
    Ebû Hanîfe 150 yılının Şâban ayında (Eylül 767) Bağdat’ta vefat etti. Zehirlenerek öldürüldüğü ve hapisten cenazesinin çıktığı da söylenir .İmam Şafiî 67-68 yaşlarında vefat etti. 

    İmam Muhammed, İmam Ebû Yusuf,İmam Vekî, Abdullah b. Mübarek talebesidir

    Ebû Hanîfe'nin en büyük eseri Mektubat yanında 7. el-Ḳaṣîdetü’n-Nuʿmâniyye Hz. Peygamber için yazdığı na‘t olup  Ravza‐ı mutahharayı ziyareti esnasında  tekellüm eylemişlerdir. Müezzinlere Rüya aleminde Rasûlüllah (SAV) bu kasideyi minarelerden okunmasını istemiş ve okunmuş
    Bu kaside‐i okumaya devam edenlere afetler, bulaşıcı hastalıklar,kaza ve belalar uğramaz, büyü işlemez,günahları affolunur, dilekleri gerçekleşir,fakirlik görmez, ayrıca RasûlüllahiSAVgörmek niyetiyle okunursa rüyada görür diye... Ibni Abas haber vermis.

  • فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟ Öyle ise beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim. Ve bana şükredin ve beni inkâr etmeyin.”
    وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يل“Ve Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kesilerek O’na ulaş.”
    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراًۙ ﴿٤١﴾
    وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً “Ey imân edenler! Allah’ı çok zikirle zikredin.” Sabah akşam O’nun yücelik ve eşsizliğini dile getirin.
    فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَاباً مَوْقُوتاً
    “Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin!”
    “Rabbini zikredenle etmeyenin hâli diri ile ölünün hâli gibidir.”Hadis Buharî,
    Peygamber efendimiz kendileri istiğfara devam etmiş, ümmetini de teşvik etmiştir (Buhârî, Deavât, 3; Tirmizî, Tefsîru Sûre, 47/1; İbn Mâce, Edeb, 57).
    Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz: "Vallahi ben Allah'a günde yetmiş defadan çok istiğfar ediyorum" buyurmuştur. Başka bazı hadislerde Hz. Peygamberin günde yüz defa istiğfar ettiği belirtilir (bk. Müslim., Zikr, 41; Ebû Dâvud, Vitr, 26; Tirmizî, Sûre, 47/1). Bu nedenle Ebû Hüreyre: "Peygamberden daha çok istiğfar edeni görmedim"
    İstiğfarın Allah nezdindeki değeri bir hadiste şöyle ifade edilir: "Kim yatağına girince üç defa; "estağfirullâhe'l-Azîm ellezî Lâ İlâhe İllâ hüve'l Hayyu'l-Kayyûm (Kendisinden başka hiç bir ilâh olmayan, diri ve her an yaratıklarını gözetip duran yüce Allah'tan bağışlanmamı dilerim)" derse, Allah günahlarını deniz suyunun damlaları kadar çok olsa da bağışlar" (Tirmizî, Deavât, 17) buyurulmuştur.
    "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in, O'nun elçisi olduğuna şehadet getirerek Allah'a mülaki olan kimse cennete girer"
    Kelime-i tevhîd, Allah (c.c.)’ye vâsıl oluncaya kadar perdeleri kaldırır. Tirmizî’de Abdullah b. Amr’dan Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilir:Ebû Hüreyre’den rivâyete göre Nebiyy-i Ekrem (asm) Efendimiz:“İki kelime vardır ki Rahman Teâlâ’ya sevgili, lisanda hafif mizanda da ağırdırlar. Bunlar, 'Subhanallahi ve bi hamdihi subhanallahi’l azîm.' kelimeleridir.”
    Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi, zikrini çok ediniz. Zîrâ o, cennetin hazinesidir.”

    TEVHİDNAME; Allah Teâlâ’nın varlığından, birliğinden, zât, sıfat ve fiillerinden, sonsuz kuvvet, kudret ve azametinden, eşsiz merhametinden bahseden, O’nun yüceliği karşısında başta insanoğlu olmak üzere bütün mahlûkatın aciz ve O’na muhtaç olduğunu anlatan edebî türe “tevhid” veya “tevhidname” ismi verilir.Fuzulî, Şeyhî, Nâbî ve Niyâzi Mısrî, M. Akif Ersoy ve Günümüzde ise Hocaefendi bir “Tevhîdnâme” yazmıştır.122 bahirden oluşmuştur. Son bahirde; Ey darda kalanların, canı gırtlağına dayananların, dergâh-ı ulûhiyetinin kapısının tokmağına dokunanların çağrılarına icabet buyuran Allah’ım! Hâl-i pür-melâlimiz Sana ayân.. canlarımız gırtlakta ve son kelime dudakta.. azıcık acı bize.. Hak duygusunun gönlümüzde hâsıl ettiği heyecan ve hafakandan, bâtıl duygu ve düşüncesine karşı koyma cehdi ve gayreti sebebiyle; yeryüzü bütün genişliğine rağmen daraldıkça daraldı; sadırlarımız ve nefsimiz bizi sıktıkça sıkmaya başladı. Ne olursun bizlere tez zamanda ferec ve mahrec nasip buyur!Benzer hâlet-i ruhiye yaşayan Hazreti Yakub gibi biz de yüce dergahının kapısına geliyor; şekvâmızı Sen’den değil, Sana yapıyoruz.. Evet, dağınıklığımızı, üzüntü ve kederimizi, ıztırap ve elemlerimizi Sana şikayet ediyor ve “Bir çâre!” diye yalvarıyoruz.Allah’ım! Sırlar semasının güneşi, zuhur eden nurların mücessem şekli, Celâl sıfatının mihveri ve Cemal burcunun merkez kutbunu teşkil eden Efendimiz Hazret-i Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) Ehadî tecellilere mazhar biricik ve latif zatına salat eyle!

  • Hindistan'da yetişen en büyük veli ve alim. "Silsile-i aliyye" denilen İslam alimlerinin yirmi üçüncüsü,Nakşibendiyye tarikatının Müceddidiyye kolunun kurucusu,İmâm-ı Rabbânî (ilâhî bilgilere sahip  kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden, ilim ve amel bakımından eksiksiz ve kamil, olgun alim) ve “müceddid-i elf-i sânî” (hicrî II. binyılın müceddidi) unvanlarıyla tanınan;  ahkam-ı İslamiye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle, "Sıla" ismi de verilen, Hazret-i Ömer'in soyundan olduğu için ,"Faruki" nesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, "Serhendi" denilen;Ahmed bin Abdülehad bin Zeynel'abidin, Lakabı Bedreddin, künyesi Ebü'l-Berekat olan Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendi'dir. (kuddise sirruh)1563 (H.971) senesinde Hindistan'ın Serhend (Sihrind) şehrinde doğdu.
    İmam-ı Rabbani Hazretleri ilk tahsiline, babasından ders alarak başladı. Babasından okuyup Arapçayı öğrendi. Küçük yaşta Kur'an-ı Kerimi ezberledi.

    Delhi’de, Nakşibendiyye tarikatını Hindistan’da yayan Hâce Bâkī-Billâh ile karşılaştı, bir süre onun yanında kaldı; ona intisap etti. Sirhindî kısa bir süre sonra şeyhin en önemli halifesi konumuna geldi.Ömrünün son zamanlarında dahi talebelerine ilim tahsilini sıkı sıkı emreder, buna çok önem verirdi. 20 Kasım 1624 de vefat etti. Sirhind’de defnedildi. En önemli eserleri; 1) Mektubat: Mektubat, üç cild olup, beş yüz yirmi altı mektubunun toplanmasından meydana gelmiştir. İtikad,Kelam ve fıkıh bilgilerini, tasavvufun marifetlerini açıklayan uçsuz bir derya gibi eşsiz bir eserdir.
    2) Redd-i Revafıd: Farisi olup, Rafızileri reddeden bir eserdir 3) İsbatün-Nübüvve 4) Mebde' ve Me'ad,5) Adab-ül-Müridin,6) Ta'likat-ül-Avarif,

    Müceddîd-i Ahirzaman ( Ahirzaman Müceddidi) olan Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi, Müceddîd-i Elf-i Sânî (İkinci bin senesinin müceddidi) olan Büyük İslam Alimi İmam-ı Rabbani hakkında  ..Mektûbat’ında da, Nakşî Tarikatı’nın üç perdesinden bahsederken konuyla ilgili İmam-ı Rabbanî’nin;“Hakaik-ı imaniyeden bir mes’elenin inkişafını, binler ezvak ve mevacid ve keramata tercih ederim..” “Bütün tariklerin nokta-i müntehası, hakaik-ı imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."  hükmünü naklettikten sonra :" Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakâik-i îmâniyenin ve akâid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi.”Nitekim “İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.”

    İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin de hocasi Hace Muhammed Baki Billah,Altın Silsile’nin 22’nci halkası,  Kâbil’de dünyaya geldi. Kendisini tamamen tasavvufa ve tasavvufî eserleri okumaya verdi. Pek çok tarîkatten icâzet aldı.Hindistan’a giderek Delhi de tekke kurdu ve irşâda devam etti.

    ABDULLAH Dehlevî,Dehlevî Hindistan’da yaşayan âlim ve evliyânın en büyüklerinden, Altın Silsile’nin 28’inci halkası;  Pencap vilâyetinde doğmuştur. Nesebi Hazret-i Ali’ye ulaşır.İmam-ı Rabbanî’nin talebesi olan ve Delhi’de 1824’te vefat eden Dehlevî Hazretleri Nakşînin son büyük kahramanı ve bir önceki asrın müceddidi Mevlânâ Halid-i Bağdadî’nin Hocasıdır.Memlüklüler’den sonra durma noktasına gelen Hadis ilminin yeniden canlanmasında önemli pay sahibidir. Mevlânâ Halid de önce bu coğrafyada hizmet etmiş, sonra  Bağdat’a intikal etmiş ve böylece Nakşîliği tecditle birleştirerek Maveraünnehir’de yaymıştır.İmam Rabbani Hocasının vefâtından sonra, onun halîfesi olarak, talebe yetiştirmeye başladı.

    İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât’ının birinci cildinden özet olarak seçmeler:“Edebi gözetmek, zikrden üstündür. Edebi gözetmeyen, hakka kavuşamaz.”“Farzı bırakıp, nafile ibâdetleri yapmak boşuna vakit geçirmektir.”“Gına sahiblerinin ya’nî zenginlerin, alçak gönüllü olması güzeldir. Fakirlerin ise onurlu olması lâzımdır.”“Haram sebeple elde edilen herşey de haramdır.”

  • Dhikr (also Zikr, Zekr, Zikir, Jikir, and variants; Arabic: ذِكْر‎, ) : primarily in Sufi Islam,in which short phrases or prayers are repeatedly recited silently within the mind or aloud. It can be counted on a set of prayer beads (Misbaha مِسْبَحَة) or through fingers of the hand. A person who recites the Dhikr is called a ḏākir ([ˈðaːkɪr] ذاكر). Tasbih (تسبيح) is a form of dhikr that involves the repetitive utterances of short sentences glorifying God. The content of the prayers includes the names of God, or a duʿāʾ (prayer of supplication) taken from the hadith or the Quran.

    There are several verses in the Quran that emphasize the importance of remembering the will of God by saying phrases such as "God willing," "God knows best," and "If it is your will.' This is the basis for dhikr. Sura 18 (Al-Kahf), ayah 24 states a person who forgets to say, "God Willing," should immediately remember God by saying, "May my Lord guide me to do better next time."Other verses include sura 33 (Al-Ahzab), ayah 41, "O ye who believe! Celebrate the praises of Allah, and do this often,"and sura 13 (Ar-Ra'd), ayah 28, "They are the ones whose hearts rejoice in remembering God. Absolutely, by remembering God, the hearts rejoice."[5] Muhammad said, 'The best [dhikr] is La ilaha illa’llah ("there is no God but God"), and the best supplicatory prayer is Al-hamdu li’llah ("praise be to God").
    Muslims believe dhikr is one of the best ways to enter the higher level of Heaven and to glorify the Oneness of Allah.[
    - To Sufis, dhikr is seen as a way to gain spiritual enlightenment and achieve union (visal) or annihilation (fana) in God. All Muslim sects endorse individual rosaries as a method of meditation, the goal of which is to obtain a feeling of peace, separation from worldly values (dunya), and, in general, strengthen Iman (faith).

    Allāh- الله is the Arabic word for God and mentioned in Quran most of the verses.
    Allāhu ʾakbar (Takbir) - الله أَكْبَر means "God is greater" or "God is the greatest"
    Subhan Allah (Tasbih) - سبحان الله means "Glory be to God" or "How pure is God" or "Exalted be God"
    Alhamdulillah (Tahmid) - الحمد لله means "All praise is due to God", an expression of gratitude
    Lā ʾilāha ʾillā llah (Tahlil) - لا إله إلا الله means "There is no god but Allah"
    Lā ḥawla wa-lā quwwata ʾillā bi-llāh (Hawqala) - لا حول ولاقوة إلا بالله means "There is no power or strength except with God."[8]
    Bi-smi llāhi r-raḥmāni r-raḥīm (Basmala) - means "In the name of God, the gracious, the merciful", said before anything of spiritual significance ; e.g. eating, wudhu, salaat, rising from and going to sleep, before work, etc.
    ʾastaġfiru llāh (Istighfar) - means "I seek forgiveness from Allah".
    Audhubillah (Ta'uidh) - means "I seek refuge in Allah".
    Laa ilaaha illal laahu wahdahoo laa sharikalahoo lahul mulku wa lahul hamdu wa huwa 'alaa kulli shai'in qadeer - means "There is no god but Allah, alone, without partner. His is the sovereignty, and His the praise, and He has power over everything".[9]
    SubhanAllah wa biHamdihi - means "Glory be to Allah and Praise Him".
    SubhanAllahi wa biHamdihi, Subhan-Allahi 'l-`adheem (Glory be to Allah, and Praise Him, Glory be to Allah, the Supreme)
    Some of these can be said together.e.g

    Subhan'Allahi wal hamdulillaahi wa laa ilaaha ilallaahu wAllahu Akbar - means "Glory be to Allah, All Praise is for Allah, There is No God but Allah, Allah is the Greatest".
    Subhan'Allahi wal hamdulillaahi wa laa ilaaha ilallaahu wAllahu Akbar wa laa hawla wa laa quwwata illaa billaahil 'aleeul azeem.
    Laa ilaaha illal laahu wahdahoo laa sharikalahoo lahul mulku wa lahul hamdu wa huwa 'alaa kulli shai'in qadeer - means "There is No God But Allah Alone, who has no partner. His is the dominion and His is the praise, and He is Able to do all things".

  • Alvarlı Efe Hz Beyitleri;

    Sefinem gark oldu, dert deryasına,
    Sahra-yı sinemi, sel aldı gitti.
    Hasretkeş olmuştur dil leylasına,
    Bülbül-teg zarımı gül aldı gitti.

    Kuy-ı cananıma varayım derdim.
    Bir zaman zevk-i safa süreyim derdim.
    Didar-ı dildarı göreyim derdim.
    Nevbetim elimden, el aldı gitti

    ********

    kanun-u kadîmdîr ezel ezelden
    kullarına sultan bayramlık verîr
    îhsan umanlar vechî güzelden.
    kullarına sultan bayramlık verîr.

    îltîca eylerler kîramın nase
    muhabbetler eyler allah şînase
    îtîbar eylerler elbet hasase
    kullarına sultan bayramlık verîr.
    îkram eylerler sabî-î sübyâne

    ***********

    Mevlana Hz.

    lâ tahzen / üzülme..
    çünkü hüzün, düşmanı sevindirir, dostunu üzer, haset edenin diline düşürür.
    lâ tahzen / üzülme..
    çünkü hüzün, kaybolanı geri getirmez, öleni diriltmez, kaderi değiştirmez, hiçbir fayda getirmez.
    lâ tahzen / üzülme..
    çünkü hüzün sinirleri yıpratır, kalbini yorar, gecelerini mahveder.
    lâ tahzen / üzülme..
    eğer günah işlediysen tövbe et, istiğfarda bulun, yanlış yaptıysan düzelt, o'nun rahmeti sonsuz, kapısı hep açıktır.
    lâ tahzen / üzülme..

    *************

    HE Hicret;

    Hicret nedir bilmez ki onu, hiç göç etmeyen,
    Bir gurûbdur ümidi, inkisarı bitmeyen...
    Kan damlar gibi damlar sînelere her zaman,
    Bir başka hasret, başka tasa ve başka hicran.
    Günlerin aylar, ayların yıllar uzunluğu..
    Ve rûhların ahbab, sıla, vuslat susuzluğu,
    Duyulur gönlün derinliklerinde sessizce;
    Ne melâl türküleri dinler insan her gece!.
    Kederi gibi sevinci de boldur hicretin,
    Hakk’a götüren yollar arasında en metin;
    Büyüklüğe yürüyenler için o bir köprü,
    Herkes ona uğramalıydı bundan ötürü.!

    *************

    İmam Şazeli Hz'nin Nasr-Yardım Duası Allahım!

    Senin kahreden güç ve kuvvetine, süratle yetişen yardım ve nusretine, çizdiğin sınırların aşılması karşısındaki mukaddes gayretine ve talep edenleri içine aldığın himayene sığınıyoruz. Allahım! Her şeyi işiten, her nidaya icabet eden, her şeye her şeyden daha yakın olan, fermanlarını süratle gerçekleştiren, intikam ve kahrı şiddetli, derdest edip yakalaması çabuk ve güçlü olan yalnız Sensin. Zorbaların kaba kuvvetleri Senin takdirini asla engelleyemez ve ister kral, ister kisra, isterse zulme saplanmış başka herhangi bir zorba olsun, o mütemerritlerden hiçbirinin helaki Sana katiyen ağır gelmez. Rabbimiz! Bize tuzak hazırlayanları, arkamızdan düzen kuran komplocuları, bize çukur kazmak ya da başka bir yolla bizi aldatmak isteyen art niyetli insanları Sana havale ediyoruz. Tuzaklarını kendi başlarına dola, onları kazdıkları çukurlara düşür ve attıkları ağlara kendi ayaklarını bağla.

    Allahım!

    “Kâf Hâ Yâ Ayn Sâd”hakkı için, düşmanlık besleyenlerin art niyetlerinden bizi muhafaza buyur. Onları gerisin geriye döndür. Hepsi Senin sevdiklerine feda olsun. Gazabını acilen onlara musallat eyle. Allahım, birliklerini boz. Allahım, topluluklarını parça parçaet. Allahım, kılıçlarını körelt (mühimmatlarını kullanılamaz hale getir) ve sayılarını azalt. Allahım, başlarına musibet yağdır. Allahım, üzerlerine azabını gönder. Allahım, onları hilm ve lütuf sahandan çıkar, onlara verdiğin süreyi sonlandır, ellerini boyunlarına bağla ve kalplerine rapteyle. Bizim için planladıkları kirli emellerine ulaşmalarına müsaade etme. Allahım, geçmiş dönemlerde peygamberlerine ve diğer dostlarına yardım ederken yaptığın gibi, bugün de bize yardım et ve bu çaresiz kullarına düşmanlık besleyenleri paramparça eyle. Sana düşmanlık edenlere karşı sevdiklerini tutup kaldırdığın gibi bizi de tutup kaldır.Allahım, düşmanca tavır sergileyenlere, Senin kapının kıtmirlerine zarar verebilecekleri güç ve kuvveti verme ve onları o konumlara getirme. Günahlarımızdan dolayı onları bize musallat etme Allahım!

  • Christmas is an annual festival commemorating the birth of Jesus Christ, observed primarily on December 25[a] as a religious and cultural celebration among billions of people around the world. İs celebrated religiously by a majority of Christians, as well as culturally by many non-Christians,

    Belief in (Jesus, Musa, Muhammed and all) Prophets (May Allah's Peace be upon all of them).

    Islam emphasizes the universality of the institution of prophethood. It is an Islamic article of Faith to believe in all Prophets; from Adam through Abraham, Moses, Jesus to Muhammad (peace be upon them) [Qur'an 2:184] all Prophets were models of excellence who were commissioned to guide humankind [Qur'an 2:213] 

    The significance of Jesus in Islam is reflected in his being mentioned in the Quran in 93 verses with various titles attached such as "Son of Mary" and other relational terms, mentioned directly and indirectly, over 187 times.

    According to the Quran, Muhammad is the last in a chain of prophets sent by God (33:40).Muhammad is also referred to with various titles such as the Messenger of Allah, Prophet, unlettered, Nabi-Allah (the Prophet of Allah), Abdullah (the Servant of Allah), Fakhr al-Kainat, Fahr al-‘Alam, Mafhar al-‘Alam etc. and many verses about Muhammad refer directly or indirectly to him.

    All sincere ones would do well to reflect on the verse in the Quran reaffirming Islam's eternal message of spiritual unity: "Say: 'We believe in God and the revelation given to us and to Abraham, Ishmael, Isaac, Jacob, and the Tribes, and message given to Moses and Jesus, and that given to all Prophets from their Lord. We make no distinction between any of them, and it is unto Him that we surrender ourselves." [Qur'an 2:136]

    Interfaith engagement, especially with the People of the Book, is a way to build understanding, find commonalities of belief and social responsibility, and encourage one another in faith and good works. 

    It was a Christian priest, Waraqah, cousin of Khadija (Prophet Mohammad’s first and only wife for 25 years) who first testified that Prophet Mohammad (p) had received divine revelation. 

    And a Christian king, Najashi of Abyssinia (Ethiopia), gave asylum to 80 Muslims who migrated from Mecca because of persecution by pagan Arabs. In fact, the Quran says, “…nearest among them in love to the believers will you find those who say, ‘We are Christians’ because among these are men devoted to learning and men who have renounced materialism, and they are not arrogant” (5:82).

    Dialogue allows different others to understand one another, accommodate misperceptions, and approach a process of mutual learning, and ultimately, reciprocal recognition.

     Indeed, through dialogue different people remain respectful to the acts and thoughts of one another. Belief in the one God who reaches out to us in dialogue and elevates every human being to this dialogue of salvation and love of God and one another is the single first principles which makes all equal. 

    Thus, inter religious dialogue does not simply aim at mutual understanding and respect, as much as the world today needs these among all peoples; rather, inter religious dialogue reaches its deepest level in spiritual companionship when believers join with one another, though they may practice differently and hold in-commensurable doctrines, in serving God and one another. 

    I believe that Said Nursi’s interfaith initiative in Turkey has been instrumental in encouraging Muslim scholars and religious leaders to pursue interfaith dialogue in their own communities. 

    On the global stage, an outstanding Muslim leader promoting inter-religious dialogue is Fethullah Gülen. The movement to which his ideas and recommendations have given inspiration is one of the primary advocacy groups for dialogue in the world today. 

  • "For You, Illness is Good Health": Said Nursi’s Advice in Time of Illness"

    In a recent survey held in Europe, respondents showed a decreasing interest in “religion” but, surprisingly, a corresponding increasing interest in “spirituality.” Although this would appear to be an inconsistency, I believe that there is an explanation.  However, through his spirituality, the believer is rooted in the Divine message and nourished by faithful practice and as a result has access to additional resources of God’s guidance and grace which can strengthen him to face the critical moment.

    Illness and spirituality

    One moment of crisis that afflicts everyone at some point in their lives, and afflicts most people more than once, and some for lengthy periods, is physical illness. Even those fortunate few who manage to pass a whole lifetime in unbroken good health must still face the multiple crises which arise from illness as they accompany and care for spouses, parents, children, friends, and relatives who have been struck with poor health. A person’s approach to this most common of human crises tells much about that person’s spirituality.

    “Message for the Sick,” Nursi coins a startling paradox. “For you,” he tells the readers of the Risale-i Nur, “illness is good health, while for some of your peers good health is a sickness.”

    First of all, it should be noted that Said Nursi is more concerned about what he calls “spiritual sickness” or “sickness of the spirit” than about physical illness; he is more interested in the causes of social ills than individual complaints.

    He regards the identification of the weaknesses and incapacities of modern culture as one of the principal tasks of the community of his disciples, along with the presentation of Qur’anic teaching as a healing message for this world.

    The sickness of the heart that Nursi sees as afflicting modern men and women is one caused by a lack of faith. It is the sense of ennui, a feeling of being without direction or hope, the incapacity to love and a conviction of the absurdity of life that afflicts those whose life is not informed by faith. Positivist materialism, belief in nothing beyond what one can see and touch, is thus a common spiritual sickness of our time.

    Praying for health and illness

    In one of his prayers included in the Risale-i Nur, Nursi makes such an appeal: “Forgive me my sins, O God, bear with me, and heal my ills ... Pardon all my sins, and grant me health from all sicknesses, and be pleased with me for all eternity!”

    On the other hand, good health is not an absolute good. The believer can also find himself asking God to grant ills and their remedies, if that be God’s will.

    “O God! Grant blessings to our master Muhammad and to the family of Muhammad, to the number of ills and their remedies; bless him and them, and grant them unending peace.” ...

    He goes on to note that the prayer inspires him to see the world as a huge hospital, full of sick people, who come before God as the compassionate Healer who answers the needs of all. His spirituality leads him to understand that since both health and illness come from God, true faith consists of accepting willingly and patiently whatever God sends and placing one’s trust in God who is the healer of bodies and souls.

    In this program, we read twenty-five remedies which may offer true consolation and a beneficial cure for the sick and those struck by disaster, who form one tenth of mankind with the Arabic (Tahmidiye -with 6 ism-i Azam and a verse from the Qur'an ) prayers and  Best Spiritual Songs

  • Ustad Bediuzzaman Hz nin yazdığı 25.Lem'a-Hastalar risalesi , nev-i beşerin on kısmından bir kısmını teşkil eden musibetzede ve hastalara hakiki bir teselli ve nâfi’ bir merhem olabilecek yirmi beş devayı icmalen beyan ediyor.Hastalara bir merhem, bir teselli, manevî bir reçete, bir iyadetü’l-mariz ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.

    İnsanin yaşamındaki hastalık sıkıntı ve musibetler dua ve ibadetin  vaktidir. Nasıl ay ve güneş tutulması Hüsuf ve Kusüf namazının vakti ise, sıkıntı ve musibetler de dua ve ibadetlerin vaktidirler. Bu durumlarda şimdi sağlık nimetinin kadrini daha iyi anlamanin, hastalıklara sabretmenin , kadere razı olmanın ve tam duaların vaktidir diyerek bu anları değerlendirerek sırf Allah rızası için tavsiye edilen duaları okumali,dinlemelli paylaşmalı
    Şayet dua ve ibadeti sırf bir musibet ve sıkıntıdan kurtulma aracı görürsek, ya da bir menfaat elde etmeyi maksut yaparsak, bu duanın Allah katında bir değeri olmayabilir. Ama niyetimiz sırf Allah rızası iken, duamıza hemen cevap ve kabul edilir ise, bu da Allah’ın kerem ve lütfundandır der, şükrederiz.

    Bediüzzaman, maddi-hakiki hastalık dediği kısmı hekimlere ve onların tedbirlerine bırakarak vehmi hastalıklar dediği, habbeyi kubbe yaparak hastalığını gözünde büyüterek korkusunda boğulan insanlardaki vehmi ortadan kaldıracak tedbirler söyler.
    Meyus ve ümitsiz bir hastaya manevî bir tesellî, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfidir.
    Hastalar Risalesi Hastaları teselli eder, moral verir. Âdeta hasta olmayı insanlara sevdiren bir üslûpla insanların kötü gördüğü hastalığın iç yüzünde sayısız güzellikler olduğunu ispat eder. Hastalığı belki de on katına çıkaran evhamı, yani gereksiz korkuyu, telâş ve paniği çok zararlı bulur. Kişinin, hastalığını yenebileceğine inanması ve onu küçük görmesi gerektiğini anlatılır.

    Hastalar Risalesi okumak ve dinlemekle şifaya vesile olan kerametli bir kitaptır. Samimi bir niyetle defalarca okuyan kimselerde şifaya vesile olduğuna veya iyileşmeye katkıda bulunduğuna dair birçok olay vardır.

    Üstad Hz  maddi ve manevi musibetlere ve hastaliklara Tahmidiye okumayı tavsiye etmektedir.
    Tahmidiye, Cevşenin on iki bölümünden bir bölümünü oluşturan çok müessir bir duâdır.
    Allah’ın (cc) ihsan ettiği nimetler için çok geniş ve küllî hamdleri içine alan bu Tahmidiye duasının, pek çok maddî ve mânevî hastalığa da şifa olduğu belirtilmektedir.

    Hazreti Ali (ra) Efendimiz ismi azam olarak kendine kabul ettiği Ferd, Adl, Hay, Kayyum, Hakem, Kuddüs olan altı esmayı, 19 ukdeden oluşan ve bu isimleri şefaatçi  ederek duâ ettiği çok tesirli, küllî bir duâdır. Bu tesirli duânın pek çok maddî ve manevî olan hastalıklara şifa olduğu belirtilmiştir. Bu duâyı birçok büyük zatlar hasta oldukları zaman okudukları rivayet edilmiştir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin de hastalandığı zaman, özellikle zehirlendiği durumlarda bu duâyı daha çok okuduğu ve bunun neticesinde şifa bulduğu bilinmektedir.

    Bediüzzaman hazretlerinin okuduğu şekliyle (Her sabah bahusus aç karina baştan sona kadar 19 defa okunması ve her defasında bir yudum su, çay ya da tercihen zemzem içilerek)okunması  tavsiye ediliyor.7, 9 ya da 11 gün buna devamın güzel olacağı belirtilmekle beraber, asıl duayı kalbde duymanın ve manalarini tefekkür ederek vicdanda hissetmeye çalışmanın önemli olduğu vurgulanıyor.)

    Biz bu programda Hastalar risalesinden devalari okurken, yine Üstad Hz nin tavsiyesi ile maddi ve manevi musibetlere ve hastaliklara şifa olan Tahmidiye yi TR aciklamalari ile ve bazı salatu selamlarla birlikte okuduk.

    Ayrıca Yabancı dostlarımız için İngilizce seslendirilen Hastalar risalesinden devalari ve değişik zamanlarda ve mekanlarda edilen dua ve yakarışları bazı ezgi kaside ve müzikal enstrumanlarla birlikte "özel" bir İngilizce program hazırladık.

  • BEDIUZZAMAN SAID NURSI-The great mujaddid of the 20th century and the commentator of the Qur'an for all people and religions. RISALE-I NUR Collection and WORDS

    Bediuzzaman Said Nursi was born in 1876 in Eastern Turkey (the Village of Nurs) and died in 1960 in Urfa in Turkey.

    The Risale-i Nur collection is a six-thousand-page commentary on the Quran written by Bediuzzaman Said Nursi in accordance with the mentality of the age. Since in our age faith and Islam have been the objects of the attacks launched in the name of so called science and logic, Bediuzaman Said Nursi therefore concentrated in the Risale-i Nur on proving the truths of faith in conformity with modern science through rational proofs and evidence, and by decribing the miraculous aspects of the Quran that relate primarily to our century. This collection now has millions of readers both in and outside of Turkey.

    Bediuzzaman understood an essential cause of the decline of the Islamic world to be weakening of the very foundations of belief.

    His method was to analyse both belief and unbelief and to demonstrate through clearly reasoned arguments that not only is it possible, by following the method of the Quran, to prove rationally all the truths are the only rational explanation of existance, man and the universe.

    Bediuzzaman thus demonstrated in the form of easily understood stories, comparisons, explanations, and reasoned proofs that, rather than the truth of religion being incompatible with the findings of modern science, the materialist interpretation of those findings is irrational and absurd. Indeed, Bediuzzaman proved in the Risale-i Nur that science's breathtaking discoveries of the universe's functioning corroborate and reinforce the truths of religion.

    The Risale-i Nur shows that true happiness is only to be found in belief and knowledge of God, both in this world and the Hereafter. And it also points out the grevious pain and unhappiness that unbelief causes man's spirit and conscience, which generally the misguided attempt to block out through heedlessness and escapism, so that anyone with any sense may take refuge in belief.

    Bediuzzaman displayed an extraordinary intelligence and ability to learn from an early age, completing the normal course of Madrasa (religious school) education at the early age of fourteen, when he obtained his diploma. He became famous for both his prodigious memory and his unbeaten record in debating with other religious scholars. Another characteristic Bediuzzaman displayed from an early age was an instinctive dissatisfaction with the existing education system, which when older he formulated into comprehensive proposals for its reform.

    Contrary to the practice of religious scholars at that time, Bediuzzaman himself studied and mastered almost all the physical and mathematical sciences, and later studied philosophy, for he believed that it was only in this way that Islamic theology (Kalâm) could be renewed and successfully answer the attacks to which the Qur'an and Islam were then subject.

    Risale-i Nur Collection, Subcategories:A Guide for Youth,Al-Mathnawi al-Nuri,Gleams of Truth,Humanity's Encounter with the Divine Series,25 Remedies for the Sick,33 Windows to the Truth,Belief and Unbelief,Belief and Worship,Existence and Divine Unity,Hope and Solace for the Elderly,Nature Cause or Effect,Prophet Muhammad and His Miracles,Reflections on the Divine,Sincerity and Brotherhood,The Miraculous Quran and Some of Its Mysteries,The Resurrection and the Hereafter,Ramadan, Frugality, Thanksgiving,The Gleams,The Letters,The Rays,The Reasonings,Words