Episoder

  • Çok eskilerde bir padişah ile kızı varmış. Padişah'ın kızı çok iyi at biner, çok iyi koşarmış. Prenses bir gün evlenmeye karar vermiş. Lakin bir şartı varmış. Evleneceği kişi çok zengin olacak ama tüm serveti bir mendilin içine de sığacakmış. Bunu haber alan şehzadeler ve prenseler saraya gelmişler ve mendillerini Prenses'in önünde açmışlar. Mendillerin içinden neler mi çıkmış. Tapular, altınlar, mücevherler... Ancak Prenses bunların hiçbirinden etkilenmemiş. Çünkü bu mal mülkün hepsi bir gün bitebilirmiş. Gerçek zenginlik ne yazık ki hiçbir talibinde yokmuş Prenses'i. O da tüm taliplerini geri çevirmiş.

    Aradan günler, aylar geçmiş. Bir gün saraya bir delikanlı gelmiş. Prenses ile evlenmek istediğini ve çıkınını göstermek istediğini söylemiş delikanlı. Delikanlının pek etkileyici bir görünüşü yokmuş, fakat yine de büyük bir kalabalık saraya toplanmış. Kalabalıktakiler delikanlının görünüşü ve kıyafetleriyle kendi aralarında alay ederken Padişah herkesi susturmuş ve delikanlıya çıkınını açmasını buyurmuş. Delikanlı çıkınını yavaşça açmış. İçinden bir de ne çıksın. Bir makas...

  • Bilinmeyen bir zamanda bir padişah varmış. Bir gün Padişah başını kaşırken başında bir böcek bulmuş. Bulduğu böceğin ne olduğunu çevresindeki kimse bilememiş. Padişah, adamlarına bu böceği hayvan kanıyla beslemelerini söylemiş. Günler, haftalar geçmiş aradan. Böcek bir kedi kadar büyümüş. Padişah vezirine emir vermiş. Böceği öldürün, derisini yüzün ve sarayın kapısına asın. Ülkedeki herkese haber verin. Bu mahlukatın ne olduğunu bilene kızımı vereceğim. Bu haber tüm ülkeye tellarlarla yayılmış. Haberi yüksek bir dağda yaşayan ejderha da duymuş. Sarayın kapısındaki deriyi gören ejderha bunun bir bite ait olduğunu hemen anlamış ve Padişah'ın yanına çıkmak istemiş...

  • Manglende episoder?

    Klik her for at forny feed.

  • Bir varmış, bir yokmuş... Eski zamanlarda, halkıyla iç içe olmayan ve halkını sevmeyen bir padişah yaşarmış. Padişah haberleri vezirlerinden alır, bu haberler doğru yanlış mı diye hiç sorgulamazmış. Lakin, Padişah'ın güzel mi güzel ve iyi yürekli bir eşi varmış. Hanım Sultan bir kız çocuğuna hamileymiş. Günlerden bir gün, hanım sultan bir rüya görmüş. Rüyasında yaşlı bir adam sarayın dehlizlerinde cinlerin yaşadığını haber vermiş O'na. Bu cinler hakikat aynası denen bir aynayı korurlarmış. Ayna, sahibinin ne sorusu olursa olsun cevaplar ve yalnızca gerçekleri söylermiş. Son olarak, yaşlı adam Hatun Sultan'a doğacak çocuğunun erkek olacağını müjdelemiş ve Hatun Sultan uykusundan uyanmış...

  • Evvel zaman içinde bir tarla kuşu varmış. Tarla kuşu yuvasını tarlalara yapar ve tarlalarda yetişen ekinlerle yavrularını besleyip büyütürmüş. Tarla kuşunun yavruları annelerinin onlara taşıdığı besinlerden çokça yiyip hızlıca büyümüşler. Hem uçmayı da epey bir öğrenmişler, ancak erişkin olup yuvadan uçmalarına hala birkaç haftaya ihtiyaçları varmış. Günlerden bir gün çiftçi ve oğlunun tarlaya geldiklerini duymuş tarla kuşu. Çiftçi tarlaya bakmış, ekinleri incelemiş ve oğluna dönüp ekinlerin olduğunu ve yarın gelip tarladaki ekinleri biçmelerinin iyi olacağını söylemiş. İşte bu tarla kuşu ve yavruları için hiç iyi olmamış. Çünkü tarla kuşunun ve yavrularının tarladaki ekinlere hala ihtiyaçları varmış...

  • Anne ve babasının vefatının ardından Ayşe'ye annesinden bir ayna, babasından ise bir ev ile birkaç kuruş kalmış. Babasından kalan birkaç kuruş bir süre sonra bitmiş. Lakin, Ayşe hiç mi hiç çalışmak istemiyormuş. Bir gün annesinden kalan aynayı karşısına almış ve aynadaki görüntüsüyle konuşmaya başlamış...

  • Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Kaf Dağı'nın ardında Hint ülkesinin padişahı varmış. Aradan geçen isyan ve savaş dolu yirmi yılın ardından ülkede barış hüküm sürmeye başlamış. Fakat Padişah bundan rahatsızmış. O savaş istiyormuş. Günlerden bir gün emrinde çalışanlardan O'nu meşgul tutacak bir şey icat etmelerini istemiş ve bunu yapan kişiye ne isterse vereceğini söz vermiş. Orada bulunanların arasında bir de yaşlı bir bilge varmış. Saray'ı terk edip evine gitmiş ve tam on beş gün boyunca ara vermeden çalışmış. On beş gün sonra, zamanın en ünlü fil dişi ustasını çağırtmış ve ondan otuz iki adet heykelcik yapmasını istemiş...

  • Eski zamanlarda genç bir padişah varmış. Padişah evlenmek istiyormuş. O sıralarda da memleketin birinde, güzel mi güzel, ağladığında gözlerinden inciler dökülen, güldüğünde ise yanaklarında güller açan bir kız olduğunu duymuş. Padişah, annesini bu güzeller güzeli kızı istemesi için o memlekete yollamış. Anne kızı ailesinden istemiş. Yüzükler takılmış ve düğün hazırlıkları için ikisi birlikte saraya dönmüşler. Meğerse kızın annesi aslında onun üvey annesiymiş. Kadının bir de öz kızı varmış, fakat bu kız üvey kızı kadar güzel değilmiş. Kadın Padişah'la kendi öz kızı evlensin istemiş ve bir plan yapmış. Ancak bu plandan öz kızına bahsetmemiş. Düğün hazırlıkları tamamlandığında anne ve öz kızı saraya çağırılmış. Anne ve kızı düğüne katılmak için yola çıkmışlar ve anne kafasında kurduğu planı işletmeye başlamış...

  • Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, zengin mi zengin, güzel mi güzel bir ülkenin Padişah'ı varmış. Padişah'ın bir de güzeller güzeli bir kızı varmış. Hem Padişah hem de kraliçe kızlarının üzerine titrerlermiş. Öyle ki, Prenses'i eğitmesi için ülkenin en bilge insanlarını tutmuşlar. Aradan geçen yıllar içerisinde Prenses büyümüş ve aklı başında, bilgili, kibirden uzak genç bir kız olmuş. Herkes O'nu çok seviyormuş. Fakat Prenses'in başına bir dert dadanmış. Geceleri ne oluyorsa oluyor, Prenses odasında kayboluyormuş ve O'nu kimse bulamıyormuş...

  • Zaman zaman içinde, nerede olduğu bilinmeyen bir okyanusun dibinde bir su şehri varmış. Bu güzeller güzeli şehirde çeşit çeşit deniz canlısı birlikte yaşarlarmış. Su Şehri'nin bir de kralı varmış. Kral'ın beş kızının en küçüğü deniz kızı Ariel'miş. Kral'ın kızları için koyduğu bir kural varmış. Hiçbir kız yeterince büyüyüp gelişmeden şehirden dışarı çıkamazmış. Ariel'in erişkinliğe ulaşmış ablaları şehrin dışına çıkar, gördüklerini de gelip Ariel'e anlatırlarmış. Tabii Ariel anlatılanları dinledikçe içinde dışarıya olan merak daha da katlanırmış. Dışarı çıkmak için babasından izin istediğinde ise Kral kızına sabırlı olmasını öğütlermiş. Ancak Ariel kafasına koymuş bir kere. En yakın arkadaşları olan Yunus ve Balina Humo'ya planını anlatıp onları ikna etmiş Ariel ve aradan geçen birkaç gün sonra Ariel balina Humo'nun ağzına saklanıp su şehrinden çıkmış...

  • Bir varmış, bir yokmuş... Zamanın birinde, çok uzaklarda, yoksul mu yoksul bir denizci ailesi varmış ve ailenin Metin ile Tekin adında iki oğlu varmış. Denizci baba Hindistan'a, Afrika'ya ve başka uzak diyarlara gidermiş sık sık. Günlerden bir gün baba Hindistan'a gitmiş. Orada Hayırsız Ada olarak bilinen bir adadan hindistan cevizi toplayıp memleketine getirecekmiş, fakat adamdan bir daha haber alınamamış. Babalarını kaybeden aile çok fakirlik çekmeye başlamış. Babanın kaptan bir arkadaşı ailenin durumuna çok üzüyormuş. Bir gün onlara gidip Metin ve Tekin'i alıp denizci yapmak istediğini söylemiş. Anne önce bu durumu hayır dese de başka çareleri olmadığını anlamış ve Metin ve Tekin denizci olmak üzere Kaptan ile birlikte evden ayrılmışlar. Aradan geçen üç yıldan sonra çocuklar cevval birer denizci olmuşlar. Çok çalışkan ve cesurlarmış. Bir gün Kaptan Metin ve Tekin'e gelip yakında bir sefere çıkacaklarını söylemiş. Sefer Hindistan'aymış. Hem de Hayırsız Ada'ya. Metin ve Tekin gözlerini kırpmadan görevi kabul etmişler ve birkaç hafta sonra gemi yola çıkmış...

  • Zamanın birinde üç oğlu olan bir padişah ve O'nun sihirli aynası varmış. Sabahleyin uyandığında aynaya bakmadan yataktan kalmazmış. Çünkü o gün olacakları aynada görebilirmiş. Bir gün Padişah uyanıp odasından çıkmış. Ama o da ne! O sabah aynaya bakmadığını farketmiş ve hemen odasına dönmüş. Fakat bir de bakmış ki aynası her zamanki yerinde yok. Aramış taramış, fakat ayna yokmuş. Padişah durumu oğullarına anlatmış ve oğlanlar babalarına aynayı bulacaklarına dair söz verip yola çıkmışlar. Bir süre at üstünde yolculuk ettikten sonra bir üç yol ağzına gelmişler. Yolun ortasında bir dikilitaş varmış ve üstünde şu yazılıymış. "Sağ yol han yolu, orta yol hamam yolu, sol yol giden gelmez yolu". Aralarında bir süre tartışan oğlanların büyüğü han yoluna, ortancası hamam yoluna, küçük olanı ise giden gelmez yoluna gitmeye karar vermiş ve yola koyulmuşlar...

  • Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzaklarda güzel mi güzel bir kasabada anne ile kızı yaşarmış. Anne her gün çalışmaya gider, kızı da evde gergef işlermiş. Bir gün kız pencerenin önünde gergef işlerken bir karga pencerenin önüne tünemiş. "Başına kötü şeyler gelecek" diye üç kez öttükten sonra uçup gitmiş... Kız annesi gelince olanları ona anlatmış. Ertesi gün annesi evden çıkmadan kıza kapıyı ve pencereyi sıkı sıkıya kapatmasını öğütlemiş. Gel gör ki, karga yine gelmiş ve aynı şeyleri söyleyip gitmiş...

  • Bir varmış, bir yokmuş... Zamanın birinde bir Padişah ile üç oğlu varmış. Bir gün Padişah hastalanmış. Durumu gittikçe kötüleşen Padişah, ölümün yakın olduğunu anlamış ve büyük oğlunu tahta geçmesi için hazırlamaya başlamış. Ölümünden çok kısa bir süre önce büyük oğluyla ava çıkmış. Av sırasında O'na bir öğütte bulunmuş. Bir gün oğlunun bir yol ayrımına geleceğini, ya sağ ya da orta yolu seçmesinin hayır olacağını, fakat asla soldaki yolu seçmemesini öğütlemiş. Aradan birkaç gün geçmeden Padişah hayata gözlerini yummuş. Babasının ölümünün üzerine büyük oğlan tahta geçmiş. Bir gün veziriyle birlikte ava çıkmış. Ne şans ki, bir yol ayrımına gelmişler...

  • Evvel zamanda, çok zengin bir tüccar varmış. Tüccar'ın büyük oğlu babasının yanında çalışırmış. Küçük oğlu ise çok iyi kalpli bir çocuk olduğundan babası O'nun başarılı bir tüccar olabileceğine inanmazmış. Tüccar, bir gün küçük oğlu Belbo'yu yanına çağırmış ve O'na yüz para verip gidip ticareti öğrenmesini buyurmuş. Ancak Belbo durumu anlamış. Babası aslından O'ndan kurtulmaya çalışıyormuş ve Belbo bir daha dönmemek üzere evden ayrılıp yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Amma 1 saat, amma 1 gün olmuş olmamışken yolda elinde sepet olan yaşlı bir adama rastlamış...

  • Bir varmış, bir yokmuş. Ayşe bir gün arkadaşlarıyla saklambaç oynuyormuş. Saklanmak için bir yerler ararken yerde bir zincir görmüş. Zinciri almak istediyse de alamamış. Zinciri çektikçe zincir bir yöne doğru devam ettiğini fark etmiş. Zinciri takip ederek bir tahta kapağa varmış. Kapağı kaldıran Ayşe, yerin altına doğru inen merdivenler görmüş. Buranın saklanmak için güzel bir yer olacağını düşünen Ayşe, merdivenlerden inip genişçe bir odaya varmış. Odada bomboşmuş. Korkup yukarı çıkmak istese de önünde saçları çalı süpürgesi gibi olan üç kadın belirmiş...

  • Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde yoksul bir anne ve küçük oğlu yaşarmış. Bir gün oğlan eve dönerken derenin kenarında bir kuş kalabalığı görmüş. Oraya yaklaştığında kuşların yaraladığı küçük bir yılan görmüş. Yılanı alıp eve getirmiş ve bir sepetin altına koymuş. Hayvansever oğlan, başka bir gün de sokakta bulduğu sahipsiz bir kedi ve köpeği de getirmiş eve ve anne - oğul evde bir yılan, kedi ve köpek ile yaşamaya başlamışlar. Aradan yıllar yıllar geçmiş ve küçük oğlan büyüyüp delikanlı olmuş. Evlenme çağına gelen oğlan annesine Padişah'ın kızıyla evlenmek istediğini söylemiş...

  • Zaman zaman içinde, evvel zaman içinde, üç oğluyla yaşayan bir terzi ve bir de keçisi varmış... Üç oğlan, dönüşümlü olarak her gün keçiyi otlatmaya götürürmüş. Bir gün büyük oğlan keçiyi otlatmaya çıkarmış. Günün sonunda oğlan keçiye doyup doymadığını sormuş. Keçi meleyip doyduğunu söylemiş. Bunun üzerine oğlan ve keçi eve dönmüşler. Keçiyi ağılda gören Terzi, keçiye aç olup olmadığını sormuş. Keçi ne dese beğenrsin! "Bütün gün dağ bayır gezdim, açım aç!". Bu duruma sinirlenen keçi büyük oğlunu evden kovmuş...

  • Βir varmış, bir yokmuş... Zamanın birinde bir eskici varmış. Zengin semtlerinde kapı önlerine bırakılan eskileri toplar, geçimini öyle sağlarmış. Çok yoksulmuş. Lakin mutlu ve neşeliymiş. Bu zengin sokakların birinde kuyumcunun evi varmış. Kuyumcu, her gün artan altın ve paralarını sayar, kalan zamanında da ya bunlar çalınırsa diye endişelenir, uykuları kaçarmış. Günlerden bir gün Eskici, Kuyumcu'nun sokağından geçiyormuş. Eskici'nin sesini duyan Kuyumcu, camdan seslenip O'nu evine çağırmış...

  • Keloğlan pazara vardığında iki tavuğunu satmak için dolaşmaya başlamış. Bir adam Keloğlan'ın iki tavuğuna bir altın vermiş, ancak Keloğlan tavuk başına bir altın istemiş. Neyse... Fiyatta anlaşamamışlar. Aradan biraz zaman geçmiş. Bu sefer Keloğlan'ın yanına yaşlı bir adam yaklaşmış ve O'na ilginç bir takas önermiş. Cebinden bir kağıt parçası çıkarmış ve açmış. Bu bir hazine haritasıymış. Keloğlan'ın iki tavuğuna karşılık ona bu hazine haritasını teklif etmiş. Kendisinin yaşlı olduğunu, hazineyi arayacak gücü kuvveti olmadığını söylemiş. Bu teklif bizim maceracı Keloğlan'a cazip gelmiş ve teklifi kabul etmiş...