Episodios
-
Bu bölümde, verdiği kararlara ve şu anda yaşadığı hayata çok imrendiğim bir konuğum var; sevgili Elif Bahadır. Elif’le büyükşehirden ve kurumsal hayattan ayrılıp Datça’ya taşınmaları üzerine keyifli ve samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Nasıl geçinebileceğimizi, okulları, sağlık sistemini, eski hayatımızda özleyeceklerimizi tüm şeffaflığıyla konuştuk. Bu yoğun dönemde İkinci Baskı’ya verdiği destek için Elif’e çok teşekkür ediyorum.
-
Düşünme süreci beynin vazgeçilmez bir parçası ancak hepimiz bazen bu sürece normalinden fazla maruz kalıyoruz. Fazla düşünme, negatif hisler barındıran bir konuda gereğinden uzun süre düşünmektir. Kimi zaman daha farklı ne yapabileceğimizi görmek, kimi zaman yaşadığımız deneyimleri anlamlandırabilmek, kimi zamansa mükemmeli arzulamak gibi motivasyonlarla çıktığımız uzun ve zorlu düşünme yolculukları psikolojide ruminasyon (fazla düşünme) olarak adlandırılıyor. Bu durumun devam etmesi, hayatımızı zor bir hale getirebilir. Çünkü uzun süreli düşünme, kişinin psikolojisini ve ruh sağlığını bozar. Uykusuzluk, depresyon ve yeme bozuklukları ortaya çıkabilir. “Fazla düşünme sorunu yaşadığımızı gösteren belirtiler nelerdir? Fazla düşünme sorunu nasıl aşılır?” gibi soruların cevaplarını bulmaya çalıştığımız bu bölümde, “cogito ergo sum” naralarıyla Descartes Reyiz’i saygıyla anıyoruz. 😊
-
¿Faltan episodios?
-
Ebeveynlik yolculuğu herkes için hayallerindeki gibi başlamıyor ya da devam etmiyor. Bu nedenle bu bölümde İkinci Baskı’nın ilk konuğu sevgili Selen Canıtatlı’ya prematüre ebeveynlik yolculuğunda yaşadıklarını sordum. Herkesin hikayesi biricik ve çok özel. Herkes kendi yaşadığını en iyi biliyor. Hikayesini tüm samimiyetiyle paylaştığı için Selen’e çok teşekkür ederim. Dilerim ki bir yerlerde yalnız olmadığını duymaya ihtiyacı olan bir anneye, bir ebeveyne yoldaş olur, iyi geliriz.
-
Bu bölümde minik devrimimi yapıyor ve tekil bölümlerdeki fenomen psikolojik etkileri anlatma batağından sizi ve kendimi kurtarıyorum. Onuncu bölümde “sonraki bölümde bir konuğum olacak” demiştim. Konuğumun sağlık durumu nedeniyle bölüm gecikince ben de kendi konuk olduğum bir ortamda anlattıklarımı paylaşmak istedim. Başarılı olmak için tek bir mesleğe bağlı kalmamız gerektiği kuralını kim çıkardı? Tatmin edici bir iş hayatı arayışında birden fazla ilgi alanı ve gelir akışı peşinde koşan insanlar neden durmaksızın üretmeye çalışıyorlar? Y kuşağının iş hayatında aktif olmaya başlamasıyla ortaya atılan “Slashie”lik, her unsurundan zevk aldığınız bir patchwork kariyeri bir araya getirmektir. Slashieler nasıl algılandıklarını seçmek ve sosyal medya hesaplarının öz-küratörleri olmak istiyorlar. İster uzman, ister portföy kariyere sahip bir çok potansiyelli olalım dünyanın hepimize ihtiyacı var.
-
Kült kişisel gelişim kitabı olan Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı’nda yer alan yedinci alışkanlık baltayı bilemek. Ağaç kesen iki adamın hikayesinden yola çıkar Stephen R. Covey. Fiziksel, duygusal, ruhsal ve zihinsel dört boyutu olan baltayı bileme konusunun detaylarından ve ikinci boyut olan ruhsal boyutun, hayaller ve amaçlar kısmından bahsettiğim bu bölümün ilhamını Ahu Büyükkuşoğlu Serter’in TEDx İzmir Women konuşmasından aldım. “Hayatta kimsenin, sevdiklerinizin bile ışığınızı söndürmesine izin vermeyin; kimse için hayallerinizden vazgeçmeyin.”
-
James Watt’ın buhar motorunu keşfinden birinci sanayi devrimine, klasik yönetim teorisinden 1929 Büyük Buhran’ına, Taylor’un verimlilik odaklı çalışmalarından insan odaklı neo-klasik yönetim teorisine, Elton Mayo ve arkadaşları tarafından Western Elektrik Şirketi’nde gerçekleştirilen Hawthorne Araştırmaları’na ve bunların neticesinde Hawthorne Etkisi’ne değindiğim bu bölümde ben de sabrınızın sınırını deniyorum sevgili dinleyiciler. Malum bu pod yayınının sebebi benim doktora yeterliliğe hazırlanmam, o nedenle bu güzel 14 Şubat akşamında uzun uzun anlattım. Kalbinizden sevgi eksik olmasın. ❤️🙏🏻 Dinlediğiniz için teşekkür ederim. 😊
-
Kırık camlar, Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo'nun 1969 yılında yapmış olduğu bir deneyden esinlenerek elde edilmiş olan, kentsel bozukluk üzerine anti-sosyal davranışlar ve diğer suçlardaki vandalizm davranışları ya da belirtileri ve normları işaret eden, kökenini kriminolojiden alan bir teoridir. 1982 yılında sosyal bilimciler James Q. Wilson ve George L. Kelling tarafından makale olarak sunulmuştur. Malcolm Gladwell, Kıvılcım Anı kitabında bu teoriyi çok güzel işlemiş. Ben de Bronx ve Palo Alto’ya bırakılan arabalara dair deneyi, Stanford Hapishane Deneyi’ni ve New York metrosu deneyini üst üste koyarak toplumsal, örgütsel ve bireysel açıdan bu teoriyi anlattım. Özetle Prof. Dr. Nevzat Kaya Hocamıza atfen diyorum ki eğer hasarlarınızı zamanında onarmazsanız bir Allah’ın cezası mutlaka çıkar ve size zarar verir. Kendinize, sevdiklerinize, işletmenize, çevrenize iyi bakın; küçük hasarları hemen giderin ve kimsenin çiçek bahçenizi çöle çevirmesine izin vermeyin.
-
Mitolojik kral Pygmalion’un fildişinden yaptığı heykel Galatea’nın kanlı canlı bir kadına dönüşmesi metaforu “kendi kendini gerçekleştiren kehanet” olarak tiyatroya, sinemaya, resme, baleye, operaya, öğretmenlere ve hatta işletme yönetimine ilham olur. Motivasyon kuramlarının süreç boyutunda beklenti teorisi altında yer alan Pygmalion etkisi, yüksek beklentilerin belirli bir alanda daha iyi performansa yol açtığına inanılan psikolojik bir fenomendir. Kişiler hakkındaki inançlarımız ya da öngörülerimiz bireylerin hayatlarını olumlu ya da olumsuz etkilemektedir. Gelin bu bölümde bu etkiyi eğrisiyle doğrusuyla uzun uzun konuşalım.
-
“Eğer toplumda öfke uyandıracak bir fikrin olsaydı onu kendine saklar mıydın?” diye soruyor Charles Darwin. 2020 yılında kimya dalında Nobel ödülü alan Emmanuelle Charpentier ve Jennifer Doudna isimli bilim insanları bu soruya buldukları CRISPR-Cas9 teknolojisiyle “hayır” cevabını veriyorlar. Onların çalışmaları doğrultusunda bilim dünyası bugün “gen düzenleme” hakkında konuşuyor. Hastalıkları iyileştirmenin yanında getireceği riskleri, işin karanlık taraflarını, ari insan kavramını yeniden tartışıyorlar. Annelik yolculuğumda öğrenmek zorunda kaldığım bu bilginin detaylarını ve bize benzer süreçlerden geçen ebeveynlerin ya da bakım verenlerin üzerindeki etkilerini dinlemek isterseniz buyrunuz efendim.
-
En sevdiğimiz diziyi izlerken izlediğimiz bölüm en heyecanlı yerinde kesiliyor. Reklamlar dizinin en gerilimli, tansiyonun en yükseldiği zamanda devreye giriyor. Haber sitelerinde içerikler küçük parçalar halinde sürekli bir sonraki sayfaya tıklatılan yönergelerle paylaşılıyor. Yarım kalan aşklarımız ömrümüz boyunca aklımızdan çıkmıyor. Ebeveynler çocuklarını hep yapamadıkları yüzünden eleştiriyor. Biz neden tamamlamadığımız işleri daha sık hatırlıyoruz? Bitirdiğimiz görevler neden hiç aklımıza gelmiyor? Tamamlanmamışların yükü bizi nasıl etkiliyor? Belleğimiz bizi nasıl manipüle ediyor? Bu uykusuzluk normal mi? Bu bölümde pozitif psikoloji üzerine konuşmaya devam ediyoruz.
-
Bu bölümde yaşadıklarımdan ve rol modelim Sheryl Sandberg’den ve psikolog Adam Grant’ten öğrendiklerimden yola çıkarak, psikolojik sermayenin dört alt boyutundan biri olan psikolojik dayanıklılık, daha sevdiğim adıyla yılmazlık konusunun bireysel boyutunu anlattım. Örgütsel boyutuna girsem büyük “mood” değişimi yaşardık ve bölüm uzar giderdi. Artık onu da başka bölümde konuşuruz. Yüce Zerey’den “Güçlüymüş yalanını oynamak büyük travma, eziklik erdemdir.” alıntısıyla kapanışı yaparken Yiğit Özgür neşesiyle “güzel şeyler bulsun vuku” diyorum.
-
Helyotropik etki, tüm canlılarda pozitif enerjiye doğru yönelme ve negatif enerjiden uzaklaşma eğilimini tanımlar. Doğada güneş, pozitif, hayat veren enerjinin kaynağıdır. Bu nedenle heliotropik etki, bitkilerin ve diğer organizmaların neden zaman içinde ışığa yöneldiğini açıklar.
Bu olgunun liderler için önemli sonuçları vardır; çünkü insanlar da aynı şekilde ve doğal olarak pozitif, hayat veren enerjiye yönelme eğilimindedirler. Pozitif psikoloji ve pozitif örgüt kültürü açısından liderler, çalışanlarının ve kuruluşlarının gelişmesine yardımcı olmak için bu etkiyi kullanmalıdırlar.
Kim Cameron’ın paylaştığı temel veriler ve Harry Cohen’in “be the sun, not the salt” mottosu ışığında, bu bölümde yüzümüzü, güneşe bakan ayçiçekleri gibi pozitif liderliğe çeviriyoruz. -
İster bir kot pantolon satın alalım, ister iş alternatifleri arasından seçim yapalım, günlük kararlarımız, karşı karşıya kaldığımız seçenek fazlalığı nedeniyle giderek karmaşık hale geliyor. Daha fazla seçeneğin daha iyi alternatifler ve daha fazla tatmin demek olduğunu zannediyoruz ama bu gerçekten böyle mi? Çok, aslında az mı? Ya da az, aslında çok mu? Bolluk bize neler yaşatıyor?
-
Stratejik yönetim literatüründe karşımıza çıkan “Kızıl Kraliçe” metaforu, rekabet üstünlüğü kazanmada ve bunu sürdürmede işletmelerin ve çalışanlarının sürekli daha hızlı koşmak zorunda olduklarına işaret eder. Peki nedir bu Kızıl Kraliçe Etkisi?