Episodit
-
Türkiye siyasetinde “iyi saatte olsunlar” diye bir tanım vardır.
Tarifi zor. Pek ortalıkta görünmezler, ama her krizde müdahale edip raydan çıkmak üzere olduğunu düşündükleri treni raya sokar, tekrar kaybolurlar. Bu isim, eskiden askerler için kullanılırdı; zamanla “derin devlet”e yapıştırıldı. Tarihimizde örneği çoktur; bir kısmını, yaptığım belgesellerde işlemiştim. -
“Hakkınızı helal edin” dediklerin, depremde ölüme terk ettiklerin…
“Ailem enkaz altında, yetiş” diye yalvaranların üç gün imdadına yetişmediğin için hakkımızı helal etmiyoruz.
Asker korkusundan orduyu bölgeye göndermediğin, yardıma koşanları da engellediğin, imdat çağrılarının tek aracı sosyal medyayı, aczin ortaya çıkmasın diye kestirdiğin için hakkımızı helal etmiyoruz. -
Puuttuva jakso?
-
Sıkıysa polis barikatının ardından küfretmekten vazgeç de, korumalarını bırakıp tekbaşına git, üç gün çocuğunun “imdat” çağrısını dinleyerek çaresizce bir iş makinesi beklemiş bir babaya,
çadır bulamadığı için yağmur altında titreyen anaya söyle bunları… Bak bakalım ne cevap alacaksın. Duyacakların karşısında hala böyle rahat küfredebilecek misin? -
Ama daha derine inildiğinde, demokrasi kültürünü, aile içine taşımanın zaruriyeti de görülüyor. Tek adam saplantısı, büyük ölçüde ataerkil aile düzenine dayanıyor. İtiraz kabul etmeyen, iknaya değil, itaate dayalı bu düzen, en ufak farklı sesi, şiddetle boğuyor. Ailedeki baba figürü, kulları olarak gördüğü aile bireylerini, ayakkabısını yalamaya zorluyor. İşe aileden başlayıp eve, okula, camiye, ofise, sokağa, ekrana itiraz kültürünü, tartışma geleneğini, empati alışkanlığını, katılımcı demokrasiyi sokmadığımız sürece, mecliste, partide, bürokraside, iktidarda daha çok ayakkabı yalayıcısı görürüz.
-
Artık açıkça belli ki, bu kalplerden biri, seçim öncesi kirli işlere hazırlanıyor. Çakıcı’nın mesajlarından Erdoğan’ın çıkışlarına kadar hissedilen bu hazırlık, SADAT’ın Kılıçdaroğlu röportajına verdiği ilanla hepten açığa çıktı. Artık gizlenmeye gerek duyulmayan, aleni bir hedef gösterme var.
Öteki devletin kalbine gelince… Belli ki Kılıçdaroğlu’na içerden bilgi akıyor. Tehditler ciddiyetle değerlendiriliyor ve CHP lideri etrafındaki koruma çemberi artırılıyor. Grup toplantısındaki “Be çakallar” çıkışını biraz da bu çerçevede değerlendirmek lazım. Kılıçdaroğlu, resti gördü, karşı restini çekti. Belki de ön almak istedi. -
Erdoğan, kullanım tarihi geçmiş bir silahı, yeniden kılıfından çıkarıyor. Seçim kampanyasına başörtüsünü bayrak yaparak giriyor.
İşe yarar mı? Altılı masa bu oyuna gelmezse yaramaz. Ama kampanyada Erdoğan’ın, “Bakın bunlar yine yasak getirecek” yalanıyla ekonomik krizin üzerini başörtüsüyle kapatma taktiğine şimdiden hazırlık yapsalar iyi olur. -
Hükümet, “Seçimden sonra tufan” diyerek elde devlet kasasında kalan son kırıntıları ulufe olarak dağıtarak erimeyi durdurmaya çalışıyor. Erdoğan, kendisine sadık generalleri yanyana dizip sözlerini alkışlatarak “Bakın nasıl hepsini muma çevirdim” mesajı veriyor. Çivisi çıkan devlet, darmadağın savruluyor.
-
Brezilya’dan gelen görüntülere bakınca, Türkiye için kaygılanmamak zor… Son birkaç seçimde iktidar, sandık çalmanın da, seçimi tanımamanın da örneklerini verdi. Seçmen, her seferinde bunları püskürtmeyi ve daha güçlü bir irade ortaya koymayı başardı. Ancak sıradaki seçim, Erdoğan’ın ölümüne asılacağı bir seçim olacak. Amerika’daki ya da Brezilya’daki gibi, devrik rejim taraftarı bir çapulcu ordusunun seçimi inkâra dönük kalkışması ihtimal dâhilindedir. O yüzden, bir yandan seçmenin oyunu kazanmaya çalışırken, öte yandan sandığı sımsıkı korumaya ve seçim sonrasındaki kışkırtmaları önlemeye de akıl yormak ve hazırlıklı olmak, hayati önemdedir.
-
İstanbul Belediye Başkanı da basın toplantısında “Bu hukuksuzluklara devam ederseniz, vatandaş Ekrem İmamoğlu olarak hiçbir sıfata gerek olmadan mahalle mahalle tüm Türkiye’yi gezerek bunları anlatacağım” dedi. Tanıdık geldi mi?
Türkiye, belli aralıklarla birbirine benzer tuzaklar kuran güç odaklarının yarışında bir yüzyılı kaybetti. Dileyelim Cumhuriyet’in ikinci asrı, demokrasinin önündeki tuzakların kapandığı, özgürlüğün yollarının açıldığı dönem olsun. -
Danıştay’ın dünkü kararıyla Türkiye resmen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş oldu. 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için adını İstanbul’dan alan sözleşmenin ilk imzacısı olan Türkiye, İslamcıların baskısına boyun eğdi.
-
“Hiçbir otoriter lider seçimle gitmez” diyenlere, “Sandıkta yenilse milislerle direnir” diye düşünenlere, “Sermaye, kullandığı iktidarı harcatmaz” sananlara Brezilya iyi bir cevap verdi.
Türkiye ise siyasal İslam’ın nasıl demokrasiyi kullanarak onu yok edebileceğine örnek oldu. Şimdi onun demokratik yollardan defedilebileceğini dünyaya gösterme zamanı… -
Artık belli oldu: İstanbul Belediyesi’ne kayyum geliyor. “Olamaz” denilen birçok musibet gibi bu da olmak üzere… Halkın iradesine el konulacak. İmamoğlu “Gökkubbeyi başınıza yıkarız” dedi.
İyi de nasıl? Bu lafın, altı boş bir tehdit olarak kalmaması için, muhalefetin bir hazırlığının olması lazım. İki kez seçimle alınan İstanbul, hülle ile AKP’ye devredildiği gün ne yapacaklar? Şiddetle kınamak, yargıya başvurmak, hesabını sandıkta sormak dışında tabii… Bunların hiçbir işe yaramadığını gördük. Erdoğan, parti kapatmaktan adaylara siyaset yasağı koymaya, meydanları kapatmaktan medyayı tamamen susturmaya kadar bir sürü hazırlık yapıyor. Dahası da gelecek, belli… İktidarı kaybetmemek için, her yolu deneyecek. -
85 milyonluk bir stadyuma doluşmuşuz. Sahadaki maçı izliyoruz. Kimimiz açız, kimimiz yoksul, kimimiz adalet arayışında… Kimi umudu kesmiş çoktan, bir ayağı dışarıda… Kimimiz sürgünde, kimimiz hapis… Öfke doluyuz, ama yanımız yöremiz polis; ses etmeden hayatımız üzerine oynanan oyunu izliyoruz. Bizler; namusuyla ölesiye çalıştığı halde evine ekmek götüremeyenler, cephede çocuğu ölenler, işsizler, fakirler, dişinden tırnağından artırıp biriktirdiğine el konanlar…
Ölüm-kalım maçımız bu; sonucu, kaderimizi belirleyecek. Ama ses bile çıkaramıyoruz; hiçbir söz hakkımız yok. -
Tam diktatörlüğün büyük cezaevini örüyorlar tuğla tuğla; görmüyor musunuz? Cezalandırarak, tokatlayarak, saldırarak bütün toplumu esir etmeye hazırlanıyorlar. Topluca o tokatlayan polisten hesap soracağınıza, birbirinizi tokatlamaktan nasıl bir fayda umuyorsunuz ki? “Bunlar daha muhalefetteyken böyleyse, iktidarda nasıl yönetecekler” sorusuna yol açtığınızı fark etmiyor musunuz? Bir kez daha kaybederseniz bedelinin çok ama çok ağır olacağını görmüyor musunuz? Görüyorsanız neden aranızdaki bu itişmeye bir son vermiyorsunuz?
-
Onun trajedisine gösterilen toplumsal tepki, günlerdir sessizliğini koruyan Erdoğan’ı sonunda konuşmaya zorladı. Ana muhalefet lideri, Adalet Bakanlığı’nın kapısına dayandı. Günlerdir olayı görmezden gelen yandaş medyanın dili de yeni yeni çözülmeye başladı.
-
Şimdi daha iyi anlıyoruz; neden İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıktıklarını; neden “aile birliğini yok olur” dediklerini, değil mi?
Elbette İstanbul Sözleşmesi’yle gelecek kurallar dizisi, 6 yaşında bir çocuğun, bir tarikat bünyesinde evlendirilip senelerce tecavüze uğramasına engel olurdu. Babası eliyle 6 yaşında kocaya verilen o çocuk, istismar şüphesiyle hastaneye kaldırıldığında kemik yaşı raporu gizlenemezdi. Doktorlar ayağa kalkar, savcılık soruşturma açar, kamuoyu hesap sorardı.
Timur Soykan’ın BirGün Gazetesi’nde yazdığı “6 yaşındaki gelin” haberinden hepimiz utandık; hükümet utanmadı. Aile Bakanlığı, bırakın soruşturma açmayı, tepki bile bildirmedi. Devletin tarikatların eline geçtiği bir kez daha anlaşıldı; tabii laikliğin kıymeti de… -
Meclis’teki son saldırı, “demokrasinin tapınağı” sayılan kurumun ne hale getirildiğinin son örneği... Haberlerde “Meclis’te kavga” diye verilse de bunun, taş yüzüklü bir Saray fedaisinin Erdoğan’ın gözüne girmek için yaptığı bir saldırı olduğu ortada…
-
CHP’nin vizyon toplantısında Amerikalı bir uzmanın konuşmasının ardından yandaş medyada “yerli ve milli değiller” saldırısı başladı. ABD’nin teşviki ve desteğiyle iktidara gelmiş, ülkenin tüm kaynaklarını yabancılara peşkeş çekmiş bir parti için komik bir suçlama; ama yine de cevaplanmayı hak ediyor.
Geçen gün Timur Soykan, 6 yaşındaki kızını evlendiren bir tarikatçının haberini yaptı. Tamamen “yerli ve milli” bir tarikat bu… Buna karşın dünyanın her yerinde çocuk istismarına karşı mücadele veren örgütler var. Şimdi siz yerli ve milli tecavüzcünün mü yanındasınız, onları deşifre eden dünya gönüllülerinin mi? -
Muhalefet, sadece seçim aritmetiğini değiştirmekle kalmayıp, Türkiye’nin kangrenleşmiş Kürt sorununda da bir yeni açılım şansı verecek bu fırsatı değerlendirecek mi? Yoksa ayağına ateş ederek, seçimin kilit partisini dışlayıp Erdoğan’ın mehter yürüyüşüne mi katılacak? Seçimin sonucu, biraz da bu tercihe bağlı…
-
Yaşlı siyaset, bu talepler karşısında “Sabredin, sandığı bekleyin” dışında bir şey söyleyemiyor. Bu kaçıncı nesil, sandık bekleyen ve bu kaçıncı sandık, çözüm getirmeyen…
Bıktılar. Artık beklemiyor, gidiyorlar. - Näytä enemmän