Episoder
-
Balıkçı Ahmet Leyli kısrağını Padişah'a başarıyla getirir, fakat Padişah bu beklenmedik başarı karşısında mutlu olmaz. Veziriyle yeni bir plan yapmak için toplanır. Vezir, Padişah'a bu sefer Ahmet'ten Peri Padişah'ının kızını getirmesini istemesini akıl verir. Balıkçı Ahmet, bu zor görevi başaramayacaktır. Böylece Padişah, Ahmet'i idam edecek ve O'nun eşi Serap ile evlenebilecektir. Padişah bu fikri sever ve Ahmet'i huzuruna çağırır. Balıkçı Ahmet'e kendisine Peri Padişah'ının kızını kırk gün içinde getirmesini emreder. Aksi takdirde Ahmet'in kellesi gidecektir...
-
Eski zamanların birinde, bir köyde, küçük Ahmet ve annesi yaşarmış. Çok yoksullarmış. Öyle ki, konu komşunun yardımlarıyla karınlarını doyururlarmış. Yıllar geçmiş, Ahmet büyümüş. Güç bela bir ağ alıp köyün yakınındaki gölde balık tutmaya başlamış. O günden sonra herkes O'nu Balıkçı Ahmet diye çağırmaya başlamış. Günlerden bir gün Ahmet yine gölde avlanırken ağına bir kurbağa takılmış. Ahmet kurbağayı göle geri bıraksa da kurbağa ağına tekrar takılmış. Sonra bir daha ve bir daha. Öyle olunca Ahmet kurbağayı alıp eve getirmiş. Ertesi gün Ahmet ağını alıp yine göle gitmiş. Bu sefer Ahmet pek şanslıymış. Kısa zamanda çokça balık yakalamış ve eve erken dönmeye karar vermiş. Fakat eve gelince bir de ne görsün! Ev tertemizmiş. Üstüne üstük birkaç parça da yeni eşya varmış evde. Bununla kalmamış. Yerde bir sofrada üstünde dumanı tüten yemekler varmış...
-
Mangler du episoder?
-
Zaman zaman içinde, eski zamanların birinde, akıllı bir padişah ve üç oğlu varmış. Günlerden bir gün, yaşlı padişah hastalanmış. Üç oğlunu da çağırtmış ve vasiyetini onlarla paylaşmış. Sarayın kırkıncı odasındaki bir sandıkta paslı bir kılıç olduğunu söylemiş. Bu kılıcı, bir yolculuğa çıkmadan önce kuşanmalarını söylemiş. Böylece onlara kimse dokunamayacakmış. Kısa bir zaman sonra yaşlı padişah hayata gözlerini yummuş. Yerine büyük oğlu Ahmet tahta geçmiş. Bir gün yeni padişah çevreyi dolaşmaya çıkmak istemiş. Kardeşi ona babasının vasiyetini hatırlatmış, fakat yeni padişah paslı bir kılıçla halkın arasına çıkmayacağını söylemiş. Neyse, askerleriyle birlikte yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmişler ve bir kaleye varmışlar. Padişah askerleriyle kaleye girmiş ve gözlerine inanamamış. Kalenin içinde eşi benzeri görülmemiş güzellikte bir bahçe varmış...
-
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok zengin bir adam yaşarmış. Adamın tembel mi tembel bir oğlu varmış. Yer, içer, yatarmış. Baba oğlunu güzel bir kızla evlendirmiş ve güzel bir hayat yaşamaya devam etmişler. Ta ki, baba ölene kadar. Oğlan ve eşi babadan kalan serveti yaklaşık bir yılda tüketmişler ve yoksulluk çekmeye başlamışlar. Bir gün artık kadın oğlanın tembelliğine daha fazla dayanamamış ve bir oyun yaparak oğlanı evden atıp kapıyı kilitlemiş. Çalışıp para kazanmadan eve gelmemesini söylemiş. İş aramak için şehrin yolunu tutan tembel oğlan yolda bir yüzük bulmuş ve hemen eve dönmüş. Yüzüğü kapısına göstermiş. Meğer bu ülkenin şahının kızının yüzüğüymüş. Kadın, bu yüzüğü satamayacaklarını söyleyip oğlana yüzüğü hemen şaha teslim etmesini söylemiş. Sarayın yolunu tutan oğlan yolculuk sırasında yıkık bir duvarın yanından geçiyormuş ki, aklına bir fikir gelmiş! Yüzüğü bir bez parçasına sarıp duvarın içine saklamış ve saraya doğru yoluna devam etmiş...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Ülkenin birinde kalabalık bir aile yaşarmış. Aile o kadar fakirmiş ki bir dilim ekmeği bulamadıkları zamanlar olurmuş. Ailenin babası, ailesinin karnını doyurmak için türlü yollar deniyor, ama bir türlü başarılı olamıyormuş. Artık bir gün canına tak etmiş ve ailesine bir faydası olmadığını düşünüp ülkeden ayrılmış. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş... Bir dereye varmış. Çok yorulmuş ve bir ağacın altında mola vermiş. Farkında olmadığı şey ise otların arasından çıkan bir yılan onu sokmaya geldiğiymiş...
-
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarlardan birinde bir delikanlı yaşarmış. Bir gün delikanlı dervişe gitmiş. Küçük yaşta ana babasını kaybettiğini ve bu yaşına kadar ne kadar para kazandığını anlatmış. Sonra da bu kadar parayı nasıl harcaması gerektiğiyle ilgili tavsiyeler istemiş. Derviş, delikanlıyı uzun uzun incelemiş ve konuşmuş: Delikanlı, bu para senin kısmetin değil. Senin kısmetin denizlerden birindeki altın bir balığın karnındadır...
-
Çok eskilerde bir padişah ile kızı varmış. Padişah'ın kızı çok iyi at biner, çok iyi koşarmış. Prenses bir gün evlenmeye karar vermiş. Lakin bir şartı varmış. Evleneceği kişi çok zengin olacak ama tüm serveti bir mendilin içine de sığacakmış. Bunu haber alan şehzadeler ve prenseler saraya gelmişler ve mendillerini Prenses'in önünde açmışlar. Mendillerin içinden neler mi çıkmış. Tapular, altınlar, mücevherler... Ancak Prenses bunların hiçbirinden etkilenmemiş. Çünkü bu mal mülkün hepsi bir gün bitebilirmiş. Gerçek zenginlik ne yazık ki hiçbir talibinde yokmuş Prenses'i. O da tüm taliplerini geri çevirmiş.
Aradan günler, aylar geçmiş. Bir gün saraya bir delikanlı gelmiş. Prenses ile evlenmek istediğini ve çıkınını göstermek istediğini söylemiş delikanlı. Delikanlının pek etkileyici bir görünüşü yokmuş, fakat yine de büyük bir kalabalık saraya toplanmış. Kalabalıktakiler delikanlının görünüşü ve kıyafetleriyle kendi aralarında alay ederken Padişah herkesi susturmuş ve delikanlıya çıkınını açmasını buyurmuş. Delikanlı çıkınını yavaşça açmış. İçinden bir de ne çıksın. Bir makas...
-
Bilinmeyen bir zamanda bir padişah varmış. Bir gün Padişah başını kaşırken başında bir böcek bulmuş. Bulduğu böceğin ne olduğunu çevresindeki kimse bilememiş. Padişah, adamlarına bu böceği hayvan kanıyla beslemelerini söylemiş. Günler, haftalar geçmiş aradan. Böcek bir kedi kadar büyümüş. Padişah vezirine emir vermiş. Böceği öldürün, derisini yüzün ve sarayın kapısına asın. Ülkedeki herkese haber verin. Bu mahlukatın ne olduğunu bilene kızımı vereceğim. Bu haber tüm ülkeye tellarlarla yayılmış. Haberi yüksek bir dağda yaşayan ejderha da duymuş. Sarayın kapısındaki deriyi gören ejderha bunun bir bite ait olduğunu hemen anlamış ve Padişah'ın yanına çıkmak istemiş...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Eski zamanlarda, halkıyla iç içe olmayan ve halkını sevmeyen bir padişah yaşarmış. Padişah haberleri vezirlerinden alır, bu haberler doğru yanlış mı diye hiç sorgulamazmış. Lakin, Padişah'ın güzel mi güzel ve iyi yürekli bir eşi varmış. Hanım Sultan bir kız çocuğuna hamileymiş. Günlerden bir gün, hanım sultan bir rüya görmüş. Rüyasında yaşlı bir adam sarayın dehlizlerinde cinlerin yaşadığını haber vermiş O'na. Bu cinler hakikat aynası denen bir aynayı korurlarmış. Ayna, sahibinin ne sorusu olursa olsun cevaplar ve yalnızca gerçekleri söylermiş. Son olarak, yaşlı adam Hatun Sultan'a doğacak çocuğunun erkek olacağını müjdelemiş ve Hatun Sultan uykusundan uyanmış...
-
Evvel zaman içinde bir tarla kuşu varmış. Tarla kuşu yuvasını tarlalara yapar ve tarlalarda yetişen ekinlerle yavrularını besleyip büyütürmüş. Tarla kuşunun yavruları annelerinin onlara taşıdığı besinlerden çokça yiyip hızlıca büyümüşler. Hem uçmayı da epey bir öğrenmişler, ancak erişkin olup yuvadan uçmalarına hala birkaç haftaya ihtiyaçları varmış. Günlerden bir gün çiftçi ve oğlunun tarlaya geldiklerini duymuş tarla kuşu. Çiftçi tarlaya bakmış, ekinleri incelemiş ve oğluna dönüp ekinlerin olduğunu ve yarın gelip tarladaki ekinleri biçmelerinin iyi olacağını söylemiş. İşte bu tarla kuşu ve yavruları için hiç iyi olmamış. Çünkü tarla kuşunun ve yavrularının tarladaki ekinlere hala ihtiyaçları varmış...
-
Anne ve babasının vefatının ardından Ayşe'ye annesinden bir ayna, babasından ise bir ev ile birkaç kuruş kalmış. Babasından kalan birkaç kuruş bir süre sonra bitmiş. Lakin, Ayşe hiç mi hiç çalışmak istemiyormuş. Bir gün annesinden kalan aynayı karşısına almış ve aynadaki görüntüsüyle konuşmaya başlamış...
-
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Kaf Dağı'nın ardında Hint ülkesinin padişahı varmış. Aradan geçen isyan ve savaş dolu yirmi yılın ardından ülkede barış hüküm sürmeye başlamış. Fakat Padişah bundan rahatsızmış. O savaş istiyormuş. Günlerden bir gün emrinde çalışanlardan O'nu meşgul tutacak bir şey icat etmelerini istemiş ve bunu yapan kişiye ne isterse vereceğini söz vermiş. Orada bulunanların arasında bir de yaşlı bir bilge varmış. Saray'ı terk edip evine gitmiş ve tam on beş gün boyunca ara vermeden çalışmış. On beş gün sonra, zamanın en ünlü fil dişi ustasını çağırtmış ve ondan otuz iki adet heykelcik yapmasını istemiş...
-
Eski zamanlarda genç bir padişah varmış. Padişah evlenmek istiyormuş. O sıralarda da memleketin birinde, güzel mi güzel, ağladığında gözlerinden inciler dökülen, güldüğünde ise yanaklarında güller açan bir kız olduğunu duymuş. Padişah, annesini bu güzeller güzeli kızı istemesi için o memlekete yollamış. Anne kızı ailesinden istemiş. Yüzükler takılmış ve düğün hazırlıkları için ikisi birlikte saraya dönmüşler. Meğerse kızın annesi aslında onun üvey annesiymiş. Kadının bir de öz kızı varmış, fakat bu kız üvey kızı kadar güzel değilmiş. Kadın Padişah'la kendi öz kızı evlensin istemiş ve bir plan yapmış. Ancak bu plandan öz kızına bahsetmemiş. Düğün hazırlıkları tamamlandığında anne ve öz kızı saraya çağırılmış. Anne ve kızı düğüne katılmak için yola çıkmışlar ve anne kafasında kurduğu planı işletmeye başlamış...
-
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, zengin mi zengin, güzel mi güzel bir ülkenin Padişah'ı varmış. Padişah'ın bir de güzeller güzeli bir kızı varmış. Hem Padişah hem de kraliçe kızlarının üzerine titrerlermiş. Öyle ki, Prenses'i eğitmesi için ülkenin en bilge insanlarını tutmuşlar. Aradan geçen yıllar içerisinde Prenses büyümüş ve aklı başında, bilgili, kibirden uzak genç bir kız olmuş. Herkes O'nu çok seviyormuş. Fakat Prenses'in başına bir dert dadanmış. Geceleri ne oluyorsa oluyor, Prenses odasında kayboluyormuş ve O'nu kimse bulamıyormuş...
-
Zaman zaman içinde, nerede olduğu bilinmeyen bir okyanusun dibinde bir su şehri varmış. Bu güzeller güzeli şehirde çeşit çeşit deniz canlısı birlikte yaşarlarmış. Su Şehri'nin bir de kralı varmış. Kral'ın beş kızının en küçüğü deniz kızı Ariel'miş. Kral'ın kızları için koyduğu bir kural varmış. Hiçbir kız yeterince büyüyüp gelişmeden şehirden dışarı çıkamazmış. Ariel'in erişkinliğe ulaşmış ablaları şehrin dışına çıkar, gördüklerini de gelip Ariel'e anlatırlarmış. Tabii Ariel anlatılanları dinledikçe içinde dışarıya olan merak daha da katlanırmış. Dışarı çıkmak için babasından izin istediğinde ise Kral kızına sabırlı olmasını öğütlermiş. Ancak Ariel kafasına koymuş bir kere. En yakın arkadaşları olan Yunus ve Balina Humo'ya planını anlatıp onları ikna etmiş Ariel ve aradan geçen birkaç gün sonra Ariel balina Humo'nun ağzına saklanıp su şehrinden çıkmış...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Zamanın birinde, çok uzaklarda, yoksul mu yoksul bir denizci ailesi varmış ve ailenin Metin ile Tekin adında iki oğlu varmış. Denizci baba Hindistan'a, Afrika'ya ve başka uzak diyarlara gidermiş sık sık. Günlerden bir gün baba Hindistan'a gitmiş. Orada Hayırsız Ada olarak bilinen bir adadan hindistan cevizi toplayıp memleketine getirecekmiş, fakat adamdan bir daha haber alınamamış. Babalarını kaybeden aile çok fakirlik çekmeye başlamış. Babanın kaptan bir arkadaşı ailenin durumuna çok üzüyormuş. Bir gün onlara gidip Metin ve Tekin'i alıp denizci yapmak istediğini söylemiş. Anne önce bu durumu hayır dese de başka çareleri olmadığını anlamış ve Metin ve Tekin denizci olmak üzere Kaptan ile birlikte evden ayrılmışlar. Aradan geçen üç yıldan sonra çocuklar cevval birer denizci olmuşlar. Çok çalışkan ve cesurlarmış. Bir gün Kaptan Metin ve Tekin'e gelip yakında bir sefere çıkacaklarını söylemiş. Sefer Hindistan'aymış. Hem de Hayırsız Ada'ya. Metin ve Tekin gözlerini kırpmadan görevi kabul etmişler ve birkaç hafta sonra gemi yola çıkmış...
-
Zamanın birinde üç oğlu olan bir padişah ve O'nun sihirli aynası varmış. Sabahleyin uyandığında aynaya bakmadan yataktan kalmazmış. Çünkü o gün olacakları aynada görebilirmiş. Bir gün Padişah uyanıp odasından çıkmış. Ama o da ne! O sabah aynaya bakmadığını farketmiş ve hemen odasına dönmüş. Fakat bir de bakmış ki aynası her zamanki yerinde yok. Aramış taramış, fakat ayna yokmuş. Padişah durumu oğullarına anlatmış ve oğlanlar babalarına aynayı bulacaklarına dair söz verip yola çıkmışlar. Bir süre at üstünde yolculuk ettikten sonra bir üç yol ağzına gelmişler. Yolun ortasında bir dikilitaş varmış ve üstünde şu yazılıymış. "Sağ yol han yolu, orta yol hamam yolu, sol yol giden gelmez yolu". Aralarında bir süre tartışan oğlanların büyüğü han yoluna, ortancası hamam yoluna, küçük olanı ise giden gelmez yoluna gitmeye karar vermiş ve yola koyulmuşlar...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzaklarda güzel mi güzel bir kasabada anne ile kızı yaşarmış. Anne her gün çalışmaya gider, kızı da evde gergef işlermiş. Bir gün kız pencerenin önünde gergef işlerken bir karga pencerenin önüne tünemiş. "Başına kötü şeyler gelecek" diye üç kez öttükten sonra uçup gitmiş... Kız annesi gelince olanları ona anlatmış. Ertesi gün annesi evden çıkmadan kıza kapıyı ve pencereyi sıkı sıkıya kapatmasını öğütlemiş. Gel gör ki, karga yine gelmiş ve aynı şeyleri söyleyip gitmiş...
-
Bir varmış, bir yokmuş... Zamanın birinde bir Padişah ile üç oğlu varmış. Bir gün Padişah hastalanmış. Durumu gittikçe kötüleşen Padişah, ölümün yakın olduğunu anlamış ve büyük oğlunu tahta geçmesi için hazırlamaya başlamış. Ölümünden çok kısa bir süre önce büyük oğluyla ava çıkmış. Av sırasında O'na bir öğütte bulunmuş. Bir gün oğlunun bir yol ayrımına geleceğini, ya sağ ya da orta yolu seçmesinin hayır olacağını, fakat asla soldaki yolu seçmemesini öğütlemiş. Aradan birkaç gün geçmeden Padişah hayata gözlerini yummuş. Babasının ölümünün üzerine büyük oğlan tahta geçmiş. Bir gün veziriyle birlikte ava çıkmış. Ne şans ki, bir yol ayrımına gelmişler...
-
Evvel zamanda, çok zengin bir tüccar varmış. Tüccar'ın büyük oğlu babasının yanında çalışırmış. Küçük oğlu ise çok iyi kalpli bir çocuk olduğundan babası O'nun başarılı bir tüccar olabileceğine inanmazmış. Tüccar, bir gün küçük oğlu Belbo'yu yanına çağırmış ve O'na yüz para verip gidip ticareti öğrenmesini buyurmuş. Ancak Belbo durumu anlamış. Babası aslından O'ndan kurtulmaya çalışıyormuş ve Belbo bir daha dönmemek üzere evden ayrılıp yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Amma 1 saat, amma 1 gün olmuş olmamışken yolda elinde sepet olan yaşlı bir adama rastlamış...
- Se mer