Episódios
-
Yağmur ve kar birlikte yağarken, köyümün bereket kokan toprakları çamur haline dönmüş, karıncalar yuvalarını yükseklere taşımıştı.
Ozanlar köyünden garip Ömer amca, gazyağı satıcısı Emirhan’dan aldığı gaz-lambası şişesini, kırılmasın diye yorgan ipiyle boynuna asmış, şehir mezarlığı yolundan, Kağızman şose yoluna doğru, yorgun bacaklarının çaresizliğiyle yürüyordu.
Leyleklerin Kağızman evlerinin toprak damlarındaki tandır bacalarının duman almayan yanına yuva yapmayacakları kadar umutsuzdu. Hayallerini Kağızman’ın yalçın kayalıklarında yuvalanan yırtıcı şahin kuşları ile kartallara bağlamıştı.
-
Bu yaştan sonra bilgilenmek benim için elbette ki çok önemlidir. Tek amacım okumak ve topluma yazdıklarımla faydalı olabilmektir. Biliyorum, bu alışkanlığı kazanamamış kişiler için söylediklerimin bir anlamı olmayabilir, ama bana katılanlar için söylemek istiyorum. Okumak, yaşamımıza anlam katar. Ayrıca yaşadığımızı anlamamızı sağlar. Sizlerinde tüm tutkunluğunuz okumak olsun.
Bu konuda düşündüklerimi oturup sayfalarca yazabilirim. -
Estão a faltar episódios?
-
1967 yılında, yani yerli-milli otomobil "Anadol” dan beş yıl sonra, "Murat 124" piyasaya çıktı.
Türkiye’de insanlar büyük ilgi ve coşku ile sıraya girerek ve uzunca da bekleyerek 1500 TL ve taksitle Murat-124 sahibi olmaya başladı.
Ağrı şehrinde bu otoyu alma sırasına girmiş ve ilk sırayı alanlardan birisi; "Foter" lakaplı Mehmet Nuri Bulgan’dı. İlk alıcı olması ve tozlu caddelerde ilk görüntü vermesi nedeniyle Ağrı’lı araba sevdalıları arabaya "Foter 124" adını vermişlerdi.
-
Çocukluğumuzda, hemen her yaz yeni bir mahalle futbol takımı kurardık.
Bir süre sonra rakip arayışı başlar, mahalleler arası maçlara sıra gelirdi. Bu maçlarda nedense kaleciye büyük önem atfederdik ve hep aynı hatayı yapar, kim klas golcü ise ve iyi oynuyorsa, onu kaleye geçirirdik.
-
Bir yolculuk sırasında yolların kenarında ölen hayvanları, sakat kalmış aç kedi ve köpekleri görünce, bu satırları yazmamın toplum adına önemli bir görev olduğu bilincine vardım. Evini, barkını, toprağını, özgürlüğünü ve
en önemlisi yaşama hakkını elinden aldığımız canlar, tartışmaların konusu olmamalı ve bu kadar değersiz olmamalıdır. Her şeye bu kadar değer veren insanların, gözlerine sevgi ile bakan hayvanlara bu denli gaddar davranmalarına çok şaşırıyorum. Korkunç bir kötülük bu yaptıkları.İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmazmış bazı ruhlar, bir ömür uykuda kalmaya mahkûm gibi. Yaşanılan talihsiz olay ve sonrasında asla çözüm odaklı değil sorunu daha da büyük bir sorun haline getirmek odaklı tavırlar sayesinde sayısız hayvan yine ve yeniden katledildi. Masum bir canlıyı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir.
Nerede bir can ölse, yüreğim sızlar. Acaba bu kadar acıya insanlar nasıl dayanıyor? Öfkeye sarılmak, birine atmak için kavradığınız sıcak bir kömür parçası gibidir; yanan aslında kendinizdir.”
Öfkesine yenik düşüp sayısız cana kıyan, mezar olan o eller ya da o yürekler aslında kendine kor bir vicdan ateşi olur. Aslında yanan, sizin insanlığınız.Zavallı hayvanın dili var ancak derdini insanlara anlatamaz, hakkını savunamaz. Ancak derin derin bakar gözlerimizin içine. Herkes kendi derdine düşüp hayatına devam ederken onlar böyle derin derin bakmaya, yok olmaya, devam eder sadece. Ya bir uzuvları kesilir, ya da tecavüze uğrar. Kimse konuşmaz onda bıraktığı yıkıcı etkiyi. Çarpınca dönüp bakılmaya dahi tenezzül edilmezler. En büyük sahipsizler mezarlığı otoyollardır bence.
-
Eski günler o güzel insanlarla güzelleşiyordu.
Şimdi ki gibi her şey bulunmazdı evlerde ama mutluyduk. Mesela her şeyi her zaman bulamazdın ama insanlarda sevgi ve saygı vardı. Misafir için daima taze yoğurt ve buğdayların içinde saklı yumurtalar olurdu. Gelen misafiri doyurmadan yollamazdı. Her evde, her zaman misafir için bir şeyler bulunurdu.Tatlılar ve börekler yapılarak misafire ikram edilirdi.
Şimdiki gibi GDO'lu sebze ve meyveler yoktu. Her şeyin tadı vardı. Bir evde tavuk pişirilmiş ise
kemiklerine kadar ağızda sıyrılırdı. Bakıyorum şimdi
çiftlik tavuklarının ne tadı var, ne de tuzu.
Rahmetli babam çoğu zaman eve somun ekmeği ve karpuzla gelirdi. Eve gelir gelmez, fırından yeni çıkmış sıcacık ekmeğe saldırırdık. -
Malum, siyaset herkesin yapabileceği iş değil. Bazı meziyetlere (!) sahip olmak lazım. Kötü düşünmeyin canım. Meziyet derken karnı geniş olmak, rahat davranışlar sergilemek, durumdan vazife çıkarmak, içinde bulunduğu her duruma uyum gösterebilmek, genel başkanın her istek ve arzusuna tam ve eksiksiz uyum sağlayıp yanıt verebilmek vs. gibi birçok temel özelliklerinizin olmasından bahsediyorum.
Kastım budur.
Türk siyasetinde çok renkli ve unutulmaz kişilikler gördük, görmeye de devam ediyoruz. Yeni kabinenin açıklandığı ve yeni bakanların konuşulduğu (benim umurumda bile değil) bugünlerde fıkra gibi bir anımı aktaracağım.
Yıl 1995, Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna’nın bakanlığı ile ilgili gezi ve incelemelerde bulunmak üzere Erzurum’a geleceği duyuruldu. Çok sayıda gazeteci arkadaşımla birlikte bakanı izlemek üzere Erzurum havalimanına gittik.
-
“İnsan doğası asla düşünüldüğü kadar kötü değildir” ama bunu kötüye kullananların sayısı günümüzde hızla artmaya başladı.
Dışarı çıkıp temiz hava almak, güneşin doğuşunu seyrederken yürüyüş yapmak ve hayat üzerinde düşünmek her insanın hakkıdır. -
CHP Erzurum İl Başkanı Suat Dülger, kendisini il başkanlığından önce tanımam. İl başkanı olduğunda tanıştım ve özellikle CHP genel merkezinin telkinleri ile kendisini medya yoluyla kamuoyuna tanıttım. İl başkanlığı yapacak siyasi deneyimi olmasa da bilgili, konuşmayı bilen, kendini ifade edebilen ve öğrenmeye meyilli biri olarak izlenim bıraktığı için destekledim. Atatürk'ün partisi CHP’nin Erzurum’da bir ay içinde iki il başkanı değişmesinin siyasi açıdan hoş karşılanmayacak olması sonucu şahsını destekledim.
Kendisi, seçim dönemi muhalefet kanadında esen rüzgârın da etkisi ile iddialı ve bir o kadar da boş bir egoyla, “Nasılsa Erzurum’da milletvekili çıkaracağız.” havasına girmiş ve adayları da o rehavet atmosferine sokmuştu. Tabi, bu arada partiden onlarca kişi kendisi hakkında sürekli şikâyetçiydi ve ben de buna şahit oluyordum. Seçim dönemi sıkıntı olmaması adına kendisini koruduğum fikriyle beni de eleştirmeye başlamışlardı. Bazılarına hak versem de susmak durumunda kaldım. Kendisine ne kadar emek verdiğimi, nankör değilse inkâr etmez. Aslında bütün çabam, şahsına değil, muhalefetin güçlenmesi içindi.
-
Önemli maçlar, iki kentin takımları arasındaki o “tantanalı” derbiler, biten sezonlar ve tabi ki seçimlerde alınan sonuçlar, spor kulübü yönetimleri için de siyasi parti yönetimleri için de, “takkelerin düşüp kellerin göründüğü” durumlardır.
Ve yine, “kelle” üzerinden bir deyimle gönderme yapmak gerekirse, “külahları önüne koyup iyice ve yeniden düşündüğü” süreçlerin tetikleyicisidir.
-
14 Mayıs ve 28 Mayıs tarihlerindeki her iki seçimin galibi yine Cumhur İttifakı ve AK Parti oldu yani Erdoğan. Gerek muhalefet partilerinin gerekse muhalif seçmenin anlamakta zorlandığı şey nasıl olur da, bu kadar hayat pahalılığı yakınmalarına, yolsuzlukların iddialarına ve hukuksuzluk şikayetlerinin artmasına rağmen Ak Parti ve Cumhur İttifakı hala nasıl bu kadar oy alır ve kazanır.
Bu yönde bazı sebeplerin üzerinde durmak gerekir.
Ekonomik Sebepler;
-Asgari ücretin iyileştirilmesi ve EYT lilerin sorununun çözülmesi dar gelirli birçok aileyi en azından bir süreliğine bile olsa rahatlattı. Çevremde aylık geliri daha önce dolar bazında 200-250 iken bir anda binin üzerine çıkan birçok aile var.
-TOKİ üzerinden dar gelirli büyük bir kesime konut vaadi ve depremzedelere bir yıl içinde konutlarının teslim edileceği vaadi bir dalgalanma meydana getirdi.
-Yaşlılara ücretsiz ulaşım, bağkur emekliliği, yaşlı aylığı,
evde bakım desteği, engelli-özürlü aylığı gibi bir kısım sosyal devlet uygulamalarının AKP döneminde başlamış olması özellikle gözlerden uzak çevrelerde ve taşrada gönül bağının devamını sağlıyor. -
“Bir kültürü yok etmek için kitapları yakmak zorunda değilsiniz.Sadece insanların kitap okumasını durdurmanız yeterlidir." Ray Brandbury
Milletvekilliği seçimi bitti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. Sosyal ve görsel medyada ki paylaşımları ve yorumları okuduğumda ve dinlediğimde öfkenin bir partiye, bir gruba ve hedefteki kişilere yönlendi(rildi)ğini , akıl süzgecinden yani beynin kıvrımlı kısmından geçmeden, korku merkezi olan ilkel beynimizin yön verdiğini, Amigdala denen bu merkezin devreye girdiğini bir hekim olarak görebiliyorum. Hani nerede bilim ve akıl? Niçin soğukkanlı olayları değerlendiremiyoruz? -
İnsanlar olarak, her bireyin doğasında var olan haysiyetine saygı duymayı öğrenmeliyiz. Aynı eşitlikle doğmalarına rağmen insanların zamanla kendilerine verdikleri unvanlara sıkı sıkıya sarıldıklarını gözlemliyoruz.
-
Zaman zaman malına sahip çıkmak deyimini kullanırız.
Bir insanın reşit, yetişkin, mükellef ve hatta normal insan sayılabilmesi için en temel özelliklerinden birisi sahip olduğu mal varlığına kısaca malına sahip çıkabilmesidir.
-
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı ilan edildikten sonra, terörün siyasi ayağı HDP'nin destek verdiği koalisyonda kaos yaratan açıklamaylarıyla Kandil’den aldığı talimatları bir bir yerine getiriyor. Kılıçdaroğlu terörün siyasi ayağı HDP ile yaptığı görüşme sonrası bebek katili PKK elebaşı Abdullah Öcalan'a özgürlük isteyen HDP'nin kirli isteklerine bile bile evet dedi.
-
Yıllar önce ünlü toplumcu, Avrupa emek harekatının önderi, Polonyalı felsefeci, siyaset aktivisti Rosa Luxemburg başka biçimde karar verebilmemiz için özgür olmamız gerektiğini vurgulamış. Kadınların da erkekler gibi özgür olmaları gerektiğini söylemeye gerek var mı?
Daha öncede yazdığım gibi Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu( KCDP), 2010 yılında itibaren hızla artan kadın cinayetlerine son vermek amacıyla kadınlar tarafından kurulmuş bir örgütlenmedir. Bu örgütlenme yani Platform; "Özgecan Aslan cinayeti" protestolarıyla basında geniş bir şekilde yer almıştır. KCDP ‘nin son yayınlanan bildirisini burada kısaltıp, özetleyerek sizlere aktarmaya çalışacağım.
-
“Çoğumuzun çalışarak başkalarına servet kazandırdığımız bir dünyada birazcık yabancılaşmış olmaktan daha fazlasını da hissetmiyor muyuz?"
Karl Marks
-
Geldikleri ilk günden itibaren, ağızlarından şu iki sözcüğü düşürmediler:
Darbe ve terör
Her ikisi ile de mücadelede etkisiz kaldıkları gibi, (asla inkâr edemeyecekleri, ederlerse belgeleri ile, tarihi gazete kupürleri ve TV arşivleri ile yüzlerine vururuz) her ikisine de dolaylı ya da doğrudan destek oldular.
14 Mayıs seçimlerine doğru hızla yol aldığımız şu günlerde, yine dillerine pelesenk ettiler darbe ve terörü...
Hani şu meşhur tabirle, “Kişi kendinden bilir işi” hesabı.
Gelin, darbe ile başlayalım.
Neden mi?
-
Sıcakkanlı milletizdir içten davranmayı severiz ama ölçüyü kaçırırız. Bazen kantarın topuzu öylesine kaçar ki, yalın içtenlik yerini buram buram yağ kokan hesapçı davranışlara bırakır.
Bu kez ikiyüzlülük, çıkarcılık ve katı hesapçılık ortaya çıkar. Hele de devlet yönetiminde.
Yılların imbiğinden süzülüp gelen çoğu Osmanlı döneminin vıcık vıcık rical yalakalığı ve riyakârlığı kokan hitabet örnekleri, devletin diline pelesenk olmuş ve öylesine yerleşmiştir ki, silebilene aşk olsun. Nasıl mı? İşte böyle:
-
Cumhuriyet Halk Partisi’nde Denizli’nin Pamukkale ilçesinde yaşanan sandık kurulu listesinin Yüksek Seçim Kurulu’na sadece 5 dakika geç verilmesi olayı; seçime gidilen süreçte CHP’deki önemli gündem maddelerinden birisi olmuştur. Denizli İl Başkanı Ali Osman Horzum Gazeteci arkadaşımız Aziz Muhammet Ulubaş’a yaptığı özel açıklamada hiçbir sandığın boş kalmayacağını söylemiştir.
- Mostrar mais